Kayalıkların etrafında, iki adam, bir şeyler arıyor gibiydiler. Birisi, gecenin o karanlığında bile cüssesinden seçilen, Molla İbrahim diğeri ise Kayıkçı Hüdai’ydi. Orta boylu, esmer, çelimsiz bir adamdı Hüdai. Halk arasında uğursuz Hüdai diyenler de vardı. 27 yıl evvel İdris efendi derede ahşap bir sandukanın içinde yüzerken bulmuştu onu. Kayıkçı adı da ta ordan kalmıştı. Yaşlı adam herkese haber vermiş sahibi çıkmayınca “Allah’tan geldi. Ben bakarım ona.” demişti. Kasabanın ileri gelenleri: “Hz. Musa gibi kayıkta buldun, onun adını koy bari.” deyince, “O Musa da ben firavun muyum yezidler! Hüdadan geldi, Hüdai koyacağım onun adını" diye diretmişti. Yaşlı ve aksi bir adam olan İdris efendi, bir kaç yıl içerisinde herşeyini kaybetti. Fakat yine de Allah’ın bir armağanı olduğunu düşündüğü oğlunu bırakmadı. 13 yaşına kadar getirebildi onu, sonrasına ömrü vefa etmedi. İdris Efendi'nin komşu köydeki kızı, babasının yadigarı Hüdai'yi yanına aldı. Oradaki evi yanana kadar kö
Tek göz hücrede tek başına oturan Gabriel iki eliyle boynundaki haçı sıkı sıkı kavramış. Göz kapaklarını hiç açmak istemiyormuşcasına yummuş, dua ediyordu. Kapının açılış sesiyle gözlerini açtı. İçeri girenlerin subaşıyla kadı olduğunu görünce yere diz çöktü: -“Ben yapmadım. Tanrı şahidimdir ben yapmadım. Ama gördüm. Kim olduğunu biliyorum.” -“Biliyorum evladım senin yapmadığını biliyorum.” Molla İbrahim Gabriel’in başını sıvazlıyor sakinleştirmeye çalışıyordu. -“Kimi gördün? Kim kaçırdı çocukları? Söyle!” Suçluyu olmasa da en azından bir şahit bulmanın heyecanıyla atıldı Mansur Bey. -“Nicholas!” Bu ismi söylerken gözlerini açmıştı Gabriel. Uzaklardaki bir boşluğa bakarken gözlerinde dehşet vardı. -“Kimdir bu Nicholas? Nereye götürür? Ne yapar bu çocukları?” -“Bilmiyorum kayalarda kaybettim izlerini. Sanırım Kudüs’e götürüyor onları.” -“Ne Kudüs’ü? Kudüs de nerden çıktı?” -“Efendim izin verin en başından anlatayım. Ben Frankfurt’lu bir ailenin 4 çocuğundan biri olarak