Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Bölüm-3

Kayalıkların etrafında, iki adam, bir şeyler arıyor gibiydiler. Birisi, gecenin o karanlığında bile cüssesinden seçilen, Molla İbrahim diğeri ise Kayıkçı Hüdai’ydi. Orta boylu, esmer, çelimsiz bir adamdı Hüdai. Halk arasında uğursuz Hüdai diyenler de vardı. 27 yıl evvel İdris efendi derede ahşap bir sandukanın içinde yüzerken bulmuştu onu. Kayıkçı adı da ta ordan kalmıştı. Yaşlı adam herkese haber vermiş sahibi çıkmayınca “Allah’tan geldi. Ben bakarım ona.” demişti. Kasabanın ileri gelenleri: “Hz. Musa gibi kayıkta buldun, onun adını koy bari.” deyince, “O Musa da ben firavun muyum yezidler! Hüdadan geldi, Hüdai koyacağım onun adını" diye diretmişti. Yaşlı ve aksi bir adam olan İdris efendi, bir kaç yıl içerisinde herşeyini kaybetti. Fakat yine de Allah’ın bir armağanı olduğunu düşündüğü oğlunu bırakmadı. 13 yaşına kadar getirebildi onu, sonrasına ömrü vefa etmedi. İdris Efendi'nin komşu köydeki kızı, babasının yadigarı Hüdai'yi yanına aldı. Oradaki evi yanana kadar kö
En son yayınlar

Bölüm-2

Tek göz hücrede tek başına oturan Gabriel iki eliyle boynundaki haçı sıkı sıkı kavramış. Göz kapaklarını hiç açmak istemiyormuşcasına yummuş, dua ediyordu. Kapının açılış sesiyle gözlerini açtı. İçeri girenlerin subaşıyla kadı olduğunu görünce yere diz çöktü: -“Ben yapmadım. Tanrı şahidimdir ben yapmadım. Ama gördüm. Kim olduğunu biliyorum.” -“Biliyorum evladım senin yapmadığını biliyorum.” Molla İbrahim Gabriel’in başını sıvazlıyor sakinleştirmeye çalışıyordu. -“Kimi gördün? Kim kaçırdı çocukları? Söyle!” Suçluyu olmasa da en azından bir şahit bulmanın heyecanıyla atıldı Mansur Bey. -“Nicholas!” Bu ismi söylerken gözlerini açmıştı Gabriel. Uzaklardaki bir boşluğa bakarken gözlerinde dehşet vardı. -“Kimdir bu Nicholas? Nereye götürür? Ne yapar bu çocukları?” -“Bilmiyorum kayalarda kaybettim izlerini. Sanırım Kudüs’e götürüyor onları.” -“Ne Kudüs’ü? Kudüs de nerden çıktı?” -“Efendim izin verin en başından anlatayım. Ben Frankfurt’lu bir ailenin 4 çocuğundan biri olarak

Kompartıman Cadısı

Hayatta en çok korktuğum şey karanlıktı küçükken. Evde tek başıma olduğum akşamlarda hiçbir odayı bir kerede terk edemezdim. Önce ışığı açık bırakıp küçük ayaklarımla kapıdan mümkün olduğunca çabuk çıkıp koridorun ışığını yakar, sonra odaya geri dönüp ışığı kapatır, koşarak terk ederdim içinde bulunduğum karanlığı. Bu, gitmek istediğim odaya varana kadar böyle sürerdi. Ancak yorganın altına girebildiğimde son bulurdu kalbimin çarpıntısı. Babam öyle demişti çünkü; yorganın altı güvenli bölgeydi. Babam… Zaten bu korkuları bana yaşatan da onun yaşıma bakmadan her gece anlattığı korkunç öyküler değil miydi? Önceleri cinler ve şeytanlardan bahsederdi. Sonra hayal gücünü geliştirip cehennemin labirentlerinde yolunu şaşırıp yeryüzüne çıkan şaşkın zebanilerden bahsetmeye başladı. Biraz daha sinema kültürünü geliştirdikten sonra vampirler, kurt adamlar, mumyalar… listemiz uzayıp gidiyordu. Değişmeyen tek şey yaratıkların hedefiydi. Yani ben… Daha sonra öğrenecektim ki her gece bana bu eziy

Bir Varmış Bir Yokmuş

6 yaşlarında bir çocuk, küçük bir berber dükkanının üstüne tahtadan bir kutu koyularak yükseltilmiş sandalyesinde traş oluyordu. İçeride ondan başka iki kişi daha vardı. Birisi, sanki her an çıkıp gidecekmiş gibi kapının önünde bekleyen annesiydi. Babası olmadığından onu berbere annesi götürüyordu. Aslında dedesiyle birlikte yaşıyorlardı fakat o evden dışarı pek çıkmazdı. Annesinin üzerinde uzun kollu beyaz bir gömlek, siyah bir kravat, dizlerinin altına kadar gelen gri bir etek, siyah bir ayakkabı ve ayakkabının içinden başlayıp eteğin altında devam ettiği belli olan siyah bir çorap vardı. Yani herkesin annesi gibi giyinmişti; ya da ablası ya da kızı… Berberin ise beyaz önlüğünün dışında kıyafeti hemen hemen aynıydı. Yalnız o etek değil de pantolon giyiyordu. Yani herkesin babası gibi ya da ağabeyi ya da oğlu… Çocuk, makas şıkırtısından başka bir sesin olmadığı bu yerde hareketsiz traş olurken kendi kendine sorular sorarak vakit geçiriyordu. Tabi bu soruları içinden sormak zorun

Lamba

Kayıp Rıhtım da geçen ay yayınlanan hikayem. Tür ilginizi çekerse başka yazarların da yazdığı hikayelere göz atmak isteyebilirsiniz. :) ........ Kararsız adımlarla yürüyordu hastane koridorunda. Sanki her an fikrini değiştirip geriye dönecekmiş gibi istemeye istemeye atıyordu adımlarını. Fakat sorununa çözüm bulma umudu onu psikiyatrın kapısına kadar getirmişti işte. Başlangıçta ne kadar uzun gözüküyordu halbuki yol ve düşünceleriyle boğuşurken ne de çabuk gelmişti kapıya kadar. Etraftan bakanlar onun böyle hiç hareket etmeden kapı önünde durduğunu görünce kapının üzerindeki isimliğe bakıyorlardı. Aslında hepsinin ilk düşüncesi aynıydı fakat birkaç kişiden yüksek sesle “Yazık! Hiç de öyle gözükmüyor halbuki dışarıdan.” Cümlesini duyunca sevinsin mi üzülsün mü bilemiyordu. Gerçekten de hiç öyle ruhsal problemleri olan bir insana benzemiyordu. Yakışıklı bir adam değildi, hatta çirkin bile sayılabilirdi. Fakat italyan işi takım elbisesi, altın çerçeveli gözlüğü ve ışıl