Ana içeriğe atla

Bölüm-2


Tek göz hücrede tek başına oturan Gabriel iki eliyle boynundaki haçı sıkı sıkı kavramış. Göz kapaklarını hiç açmak istemiyormuşcasına yummuş, dua ediyordu. Kapının açılış sesiyle gözlerini açtı. İçeri girenlerin subaşıyla kadı olduğunu görünce yere diz çöktü:
-“Ben yapmadım. Tanrı şahidimdir ben yapmadım. Ama gördüm. Kim olduğunu biliyorum.”
-“Biliyorum evladım senin yapmadığını biliyorum.” Molla İbrahim Gabriel’in başını sıvazlıyor sakinleştirmeye çalışıyordu.
-“Kimi gördün? Kim kaçırdı çocukları? Söyle!” Suçluyu olmasa da en azından bir şahit bulmanın heyecanıyla atıldı Mansur Bey.
-“Nicholas!” Bu ismi söylerken gözlerini açmıştı Gabriel. Uzaklardaki bir boşluğa bakarken gözlerinde dehşet vardı.
-“Kimdir bu Nicholas? Nereye götürür? Ne yapar bu çocukları?”
-“Bilmiyorum kayalarda kaybettim izlerini. Sanırım Kudüs’e götürüyor onları.”
-“Ne Kudüs’ü? Kudüs de nerden çıktı?”
-“Efendim izin verin en başından anlatayım. Ben Frankfurt’lu bir ailenin 4 çocuğundan biri olarak geldim dünyaya. Babam tüccardı, evin en küçüğü bendim. İki ablam....”
-“Herif hakikaten en başından başladı. Oğlum senin hayat hikayeni dinleyecek vaktimiz yok!”
-“Tamam kızmayın. Bundan yaklaşık 18 sene evvelinde benim topraklarımda insanlar müslümanlara karşı müthiş bir öfkeyle doluydu. Bütün kiliseler kutsal toprakları dinsizlerden, şey yani, müslümanlardan kurtarmak gerekliliğine dair vaazlar veriyordu. Bütün halk artık kutsal topraklara gidip Kudüsü geri almaktan bahsediyordu. Sonra günlerden bir gün bir olay oldu. Benim yaşlarımda bir oğlan çocuğu bütün çocukları etrafına topladı, ve konuşmaya başladı. Adının Nicholas olduğunu söyledi. Çocuk büyüklerin yapamadığı şeyi bizim başarabileceğimizi ve kutsal topraklara gidebileceğimizi söylüyordu. Hepimiz coşkuyla kabul ettik. O kadar etkilenmiştik ki...”
-“Eee?!” Bu hikaye subaşının iyice canını sıkmaya başlamıştı.
-“Bir ay içerisinde yola çıktık. Yaklaşık 7000 kişi olduğumuz söyleniyordu. O zamanki Papa III. Innocentius bizim bu hareketimizi Haçlı seferine katılmayan daha yaşlıların değersizliğini tanrının kınamasının bir nişanesi olarak yorumlamıştı.”
-“7000 kişi? Vay anasına! Hepsi çocuk değil heralde?”
-“Hepsi çocuk. Kutsal Roma İmparatorluğundan bu kadar az kişi toplandığımıza biraz buruktu aslında içimiz. Fransa’dan yola çıkan 30000 çocuğu duyunca hele...”
-“30000 kişi de Fransa’dan. Onlar da çocuk. Bunlar sokaktan mı topluyor çocuklarını nedir?”
-“Yolculuk başladığında herşey güzeldi. Nicholas’la da çok iyi arkadaş olmuştuk. Boynumdaki bu haç bana onun hediyesidir. Sonra yollarımız ayrıldı onunla. Farklı gemilerde seyahate devam ettik. O zamana kadar da bir çok çocuk ayrılıp evlerine geri döndü. Bizler dayandık fakat gün geçtikçe sayımız daha da azalıyordu. Ben de buraya kadar dayanabildim. Tanrı Hristo’yu kollasın. Bana evini açmasa kim bilir nerelerde olurdum.”
-“Bu çocukları daha evvel duymuştum. 15 sene evvel davasında adamın biri hizmetkarının altınlarını çaldığından şikayet ediyordu. Küçük yaşta bir frenk çocuğuydu. Orada öğrendim bu çocukların vaziyetini. Bir kısmı da venedikli gemiciler tarafından köle pazarlarında satılmış. Zaten ondan sonra ne zaman papa adam toplasa bir halt edemediler. Sonuncusunda da geçen sene Frederik caydığından yapamadılar.”
-“Demek ki bir şekilde kurtulmuş da buralara kadar gelmiş bu Nicholas denen adam. Bu akşam bizimle beraber nöbet tutacaksın. Bu nicholas denen adam ortaya çıktığında bize göstereceksin. Biz de seni bırakıp onu öldüreceğiz.”
-“Anlamıyorsunuz efendim! Aradığınız ben yaşlarda bir adam değil. 15 yaşında bir çocuk. Nicholas’ın gemisi 18 yıl evvel Akdeniz’de battı. Bu gelen onun hortlağı!”
-“Hadi ordan! Sen aklını yitirmişsin!” Mansur Bey bu sözlere iyice hiddetlenmişti.
-“Tanrı şahidimdir doğru söylüyorum efendim. İsa üzerine yemin ederim. Geçen gece küçük beyin evin içinde dolaştığını duyup meraklandım. Odamdan çıkıp beyi buldum. Gözleri kapalıydı fakat yürüyordu. Uyandırmaya çalıştım duymadı. O an bir şeyi takip ettiğini farkettim. Beyaz duman gibi birşey. Tutayım engel olayım gitmesine diyecek oldum. Beyaz duman şekillendi. O zaman gördüm O’nu. Nicholas’tı. Hiç değişmemişti. Kafasını vücudundan tamamen arkaya çevirmiş bana bakıyordu. Dehşet içinde olduğum yerde kalakaldım. Bir süre korkumdan hiçbir şey yapmadan arkalarından baktım. Fakat beyin çok kızacağını düşünerek peşlerine düştüm. Kasabanın çıkışındaki kayalıklara kadar izledim onları. Sonrasında başıma bir şey vurdu. Bayılmışım.”
-“Kes sesini! Hala anlatıyor saçma sapan hortlak hikayelerini. Başına vurmuşlar yitirmişsin işte aklını!”
-“Yemin ederim doğru söylüyorum efendim. Yalvarırım inanın bana.” Gabriel ağlamaya başlamıştı.
O ana kadar hikayeyi başından sonuna sessiz sessiz dinleyen Molla İbrahim ağır ağır kara sakalını sıvazlayarak konuşmaya başladı.
-“Bu gece kasabanın bütün çıkışlarında asker bekleyecek. Ben Hüdai’yi alıp dediğin kayalıklara bir bakacağım.”
-“Koca Molla İbrahim! İnanıyor musun şimdi bu hortlak hikayesine?”
-“Hortlak var veya yok! 3 gün üstüste çocuklar kayboldu. Bu gece de farklı olmayacak. Kasabanın içinde aramadığın yer kalmadı iki gündür. Demek ki Gabrel’in dediği gibi kasabanın dışında bir yerlerde bu çocuklar. O kayalıklarda bir şeyler olmuş besbelli.”
            -“Dediğin gibi olsun. Lakin bu gece bu adam benimle birlikte gelecek. Eğer kimse kaybolmazsa yarın öldüreceğim bu herifi.”
                .........

Gece vakti kasaba halkı çoktan uykuya dalmıştı. Bir kısım ise gönüllü olarak askerlerle birlikte nöbet tutmaktaydı. Müslüman halktan da gönüllülere katılanlar olmuştu. Herkes bu gece çocuklarıyla beraber aynı odada uyuyordu. Bir sonraki kaçırma için bütün önlemler alınmıştı. Subaşı Mansur Bey yanında 2 adamı ve Gabriel olduğu halde sokaklarda devriye geziyordu. Henüz olağandışı hiçbir şey olmamıştı. Gerçi olacağına da inanmıyordu ya. Yine de sabah olana kadar beklemek istiyordu.
-“Senin hortlak arkadaş çıkmadı ortaya Gabriel. Belki bu gece oyun arkadaşı istemiyordur. Ama dur bakalım zaten 3 çocuk kaçırmamış mıydı? Dörtlüyü kurduklarına göre belki dört kişilik bir oyun oynuyorlardır, ne dersin?”
Gabriel korkusundan yine haçını sıkı sıkıya kavramıştı. Ya Nicholas ortaya çıkacak bu sefer kendisini öldürecekti yahut da ortaya çıkmayacak, suç üzerine kalacak, bu sefer de subaşı asacaktı. Bütün bu düşünceleri geceyi yırtan bir sesle bölündü. Bir çığlıkla evlerde mumların ışıkları yanmaya başladı. Devriyelerin hepsi o yöne doğru koşturmaya başladı.
Sesin geldiği yere vardıklarında gönüllü devriyelerden marangoz İsak’la karşılaştılar. Kasaba çıkışına yakın evlerden birinin duvarına sinmiş dehşet dolu gözlerle bir noktaya bakıyordu. Az ilerisinde onunla birlikte devriyeye çıkan müezzin İsmail’i baygın halde buldular. Mansur Bey az evvelki neşesini kaybetmişti. Önce İsmail’in hayatta olup olmadığını kontrol etti. Nefes alıyordu fakat sağ kolunu tuttuğunda buz gibi soğuk ve kaskatı olduğunu farketti. Işığı tuttuğunda dirsekten aşağısının mosmor olduğunu gördüler. Sonrasında devriyelere emirler yağdırmaya başladı.
-“Ahmet! İsak ustaya su getirin. İsmail’i evine taşıyın, hekime de haber verin. Mustafa! Bütün hıristiyan evlerini tek tek kontrol edin, kayıp çocuk var mı öğrenmek istiyorum. Rüstem, sen Gabriel’i de al, kayalıklara, Molla İbrahim’in yanına gidin. İsak ustayla konuşup ben de sizin yanınıza geleceğim."

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İsyan

    İsyan                 Konuya nereden başlayacağımı, nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Kafam allak bullak olmuş durumda... Aslında bundan bir ay öncesine kadar reenkarnasyona inanmayan bir insandım –ki hala öyleyim- ama son dönemde yaşadığım olaylar kendi kendimle çatışmama sebep oldu.                 İki hafta önce en yakın arkadaşım Hakan’la reenkarnasyonun gerçekten var olup olamayacağına dair şiddetli bir tartışmaya giriştik. Ben, bunun mümkün olmadığını söyledikçe, o, inatla eski hayatında bir Bizans tekfuru olduğun iddia ediyordu. -Zaten alelade bir adam olan çıkmamıştır, eski hayatında. İki buçuk saatlik bir tartışmanın sonunda beni, kendisine geçmişte kim olduğunu gösteren dolandırıcıya –kendisi ona üstad Deniz diyordu- götürmeye ikna etti.                  Ertesi sabah Nişantaşı'nda buluştuğumuzda b eni apartmandan bozma bir iş hanına götürdü. Böyle saçma sapan şeylere zenginlerin daha çok rağbet göstereceğini düşünmüş olacak ki arkadaş, dükkanı iyi yere açmıştı. İç

Bölüm-1 (Yıl: 1230)

            -“Hristo! Hristo uyansana tembel herif!”             -“Ne bağırıyorsun sabahın köründe manyak karı!”             -“Uyan diyorum Hristo! Stefan yok!” -”Markos’un bahçeye dadanmıştır gene, eriğe. Çıkar ortaya.” -“Baktım Hristo her yere baktım. Maria’nın Niko da yok ortada. N’olur uyan Hristo!” -“Tamam be kadın kalkıyorum! O oğlanı bulursam bacaklarını kıracağım!” -“Bir de Hristo... Gabriyel de ortada yok.” ...... Bir kaç saat sonra eli sopalı bir sürü insan kasaba meydanında subaşının etrafını çevirmiş tehditler savuruyorlardı. Zayıf, uzun boylu subaşı, kırkının üzerindeydi. “En azından artık elimizde bir isim var.” diye geçirdi içinden. “Uşak Gabriel! Zaten uşaktan başka kim olacaktı ki. Alacağın olsun Gabriyel! Durdun, durdun da böyle bir zamanda aklına geldi çocuk kaçırmak. Sahi, o kadar yıl bekledi de niye şimdi kaçırdı çocukları bu herif? Aman, hele bir yakalayıp öldürelim de hayırlısıyla, sonra nasıl olsa anlarız. Valinin kulağına gitmeden bu işi çözme

Kompartıman Cadısı

Hayatta en çok korktuğum şey karanlıktı küçükken. Evde tek başıma olduğum akşamlarda hiçbir odayı bir kerede terk edemezdim. Önce ışığı açık bırakıp küçük ayaklarımla kapıdan mümkün olduğunca çabuk çıkıp koridorun ışığını yakar, sonra odaya geri dönüp ışığı kapatır, koşarak terk ederdim içinde bulunduğum karanlığı. Bu, gitmek istediğim odaya varana kadar böyle sürerdi. Ancak yorganın altına girebildiğimde son bulurdu kalbimin çarpıntısı. Babam öyle demişti çünkü; yorganın altı güvenli bölgeydi. Babam… Zaten bu korkuları bana yaşatan da onun yaşıma bakmadan her gece anlattığı korkunç öyküler değil miydi? Önceleri cinler ve şeytanlardan bahsederdi. Sonra hayal gücünü geliştirip cehennemin labirentlerinde yolunu şaşırıp yeryüzüne çıkan şaşkın zebanilerden bahsetmeye başladı. Biraz daha sinema kültürünü geliştirdikten sonra vampirler, kurt adamlar, mumyalar… listemiz uzayıp gidiyordu. Değişmeyen tek şey yaratıkların hedefiydi. Yani ben… Daha sonra öğrenecektim ki her gece bana bu eziy