Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mart, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Obur

            Kendine gelebildiğinde eli yüzü kan içindeydi. Etraftaki samanlardan, yine bir ahırda olduğunu tahmin edebiliyordu. Zaten ne zaman bilincini kaybetse, kendini ya bir kümeste, yahut da bir ahırda bulurdu. Hatırladığı son şey ise, daima içini kasıp kavuran açlık olurdu. Saldırdığı zavallı hayvanlardan arta kalan kemikleri, her seferinde ağlayarak toplar, topladığı kemikleri bir çuvala doldururdu. Sonrasında kimseye gözükmeden mezarlığa gidip, tek başına, masum kurbanlarına bir cenaze töreni yapardı.          Aslında hayatı hep böyle geçmemişti Bekir’in. O küçük bir kasabanın, küçük mezarlığında bekçilik yapmaktaydı, sadece. Anca biri öldüğünde aklına gelirdi, kasaba halkının. İşi ölülerle olduğundan sessiz, sakin bir hayatı vardı. Kasabanın biraz dışında kalan mezarlığın hemen yanındaki kulübesinden, ancak ihtiyaçlarını gidermek için çıkardı. İki ay evvel, yine bir ölü için haber vermişlerdi, Bekir’e. Ama bu seferki öbürlerinden farklıydı. Kasabanın meşhur büyücüsü öl

Tekinsiz Vazife-3

TOPLANTI İçeri giren adamın yüzünde ilk dikkat çeken şey çene kemiğine kadar uzanan bıyıklarıydı. Çok uzun boylu olmasa da şahin bakışları ve sağlam duruşuyla savaşçı olabileceğine dair ipuçları veriyordu. Meyhaneye giren kapının önünde birini arıyormuş gibi bir süre içeriyi süzdü. Gülmekten kırılan meyhane sakinleri içerisinde bir iki önemsiz tanıdık sima seçebilmişti gözleri. Çok geçmeden aradığını bulmuş olacak, arka masalardan birinde tek başına oturan bir adamın yanına geldi. “-Hoş geldin beyim. Maşallah hemen seçti gözlerin. Bu karanlıkta birbirimizi zor bulabileceğimizi düşünmüştüm ben de.” Orakçı Osman, yüzünde son kahkahasından geri kalan aptal gülümsemeyi henüz silememiş olan adamı şöyle bir süzdü. Neredeyse iki adam boyundaki bu insan azmanını gaz lambaları sönmüş olsa bile görmemek mümkün değildi. Kocaman elinde tuttuğu şarap testisi maşrapa gibi duruyordu. İri cüssesi, kel kafası, yara bere içerisindeki yüzü ve vücudu her gece matizlerin birbirini doğradığı bu çirk

Keşif

Keşif “Evladım Muhiddin; Evvela muhabbetle gözlerinden öperim. Bu mektubu sana ölüm döşeğinde yazıyorum. Biliyorum... Sen beni zaten, elim bir kazada öldü, biliyorsun. İnan biz de ilk başlarda öyle sandık. Yoksa seni habersiz bırakmazdım. Padişah’ımız, Sultan Bayezid Han’ın emriyle ikinci kez Mısır’a gideceğim vakit, limanda görüşmüştük son kez. Başıma gelenleri, oradan başlayarak, anlatayım. Gemimiz demir aldıktan sonra uzun bir müddet hiçbir sıkıntıyla karşılaşmamıştık. Hatta denizde geçen ömrümün en rahat seferlerinden birini geçirmekte olduğumu düşünmekteydim. Rodos’u da geçip, Akdeniz’in engin sularında rotamızı Mısır’a çevirdiğimizde fırtınanın ilk işaretlerini sezinlemeye başladım. En yakın limana dönmek bize bir hayli vakit kaybettirecekti. Buna karşın gemilerimizin durumu fevkalade iyiydi. Bu fırtınayı çok rahat atlatıp, Mısır’a vardığımızda gemilerde gerekli onarımları yaptırabileceğimizi düşünerek devam ettik yolumuza. Bir gece vakti, fırtına patlak verdi. Lakin bu

Tekinsiz Vazife-2

AYYAŞ Her gece olduğu gibi Artim’in yeri yine kalabalıktı. Diğerlerine göre küçük olmasına rağmen burası Galata’nın meşhur meyhanelerinden biriydi. Galata’nın dar sokaklarındaki izbe evlerden birinin bodrumunda bulunuyordu. İçeriye güneş girmediğinden, yosun tutmuş duvarları hemen hiç fark edilmiyordu. Zaten burayı aydınlatan 3-5 gaz lambasından başka bir şey yoktu. Etraftaki masalar ve sandalyeler daha fazla müşteri sığdırabilmek için hep küçüktü. Şişelerden masalara ve hatta tezgaha varana dek her şey en düşük kalite işçilikle yapılmıştı. Zaten her gecenin sonunda çoğu kırıldığından, bunlara gereksiz para harcamanın anlamı da yoktu. Zira şehrin bütün serserileri burada demlendiğinden hemen hiç bir gece kavgasız bitmezdi. Kalabalık masalardan birinin üzerine çıkmış bir adam kendinden geçmişçesine bir hikaye anlatıyordu. Bu zayıf, kısa boylu, saçı sakalı birbirine karışmış adamı herkes Çolak Rıza diye çağırırdı. Sağ elini dört sene evvel Edirne’de hırsızlık yaparken yakalandığı i

Bölüm-1 (Yıl: 1230)

            -“Hristo! Hristo uyansana tembel herif!”             -“Ne bağırıyorsun sabahın köründe manyak karı!”             -“Uyan diyorum Hristo! Stefan yok!” -”Markos’un bahçeye dadanmıştır gene, eriğe. Çıkar ortaya.” -“Baktım Hristo her yere baktım. Maria’nın Niko da yok ortada. N’olur uyan Hristo!” -“Tamam be kadın kalkıyorum! O oğlanı bulursam bacaklarını kıracağım!” -“Bir de Hristo... Gabriyel de ortada yok.” ...... Bir kaç saat sonra eli sopalı bir sürü insan kasaba meydanında subaşının etrafını çevirmiş tehditler savuruyorlardı. Zayıf, uzun boylu subaşı, kırkının üzerindeydi. “En azından artık elimizde bir isim var.” diye geçirdi içinden. “Uşak Gabriel! Zaten uşaktan başka kim olacaktı ki. Alacağın olsun Gabriyel! Durdun, durdun da böyle bir zamanda aklına geldi çocuk kaçırmak. Sahi, o kadar yıl bekledi de niye şimdi kaçırdı çocukları bu herif? Aman, hele bir yakalayıp öldürelim de hayırlısıyla, sonra nasıl olsa anlarız. Valinin kulağına gitmeden bu işi çözme

Defter

Defter 12 Temmuz 2006... Serkan ağabey günlük tutmamı söylemişti. Faydası olacağına inanıyormuş. Defterlerle ilgili anımı anlatmıştım halbuki... Belki de üstüne giderek çözebileceğimi umuyordur. Neyse bugün daha fazla yazasım yok. 12 Temmuz 2006... Galiba biraz evvel annem gelip yemeğimi bıraktı yine. Hayal meyal bişeyler dediğini hatırlıyorum ama cevap verdim mi acaba? Bilmiyorum. Tabak boş... Yediğimi bile hatırlamıyorum. Tok muyum acaba? 12 Temmuz 2006... Bugün seanstan sonra Kenan’la Gülsüm geldiler. Haftaya evleneceklermiş. Beni de orada görmek istiyorlarmış. Teşekkür edip gitmeye çalışacağımı söyledim. Ama sanırım gitmeyeceğim. Yüzlerindeki acıma dolu ifadeyi en mutlu günlerinde taşımak isteyeceklerini sanmıyorum. 12 Temmuz 2006... Son yazımın üzerinden bir hafta geçti. Serkan ağabey ne yazdığımı öğrenmek için okudu yazdıklarımı. Sohbetlerimizi seans olarak görmekten vazgeçmeliymişim. Düğüne de katılsaymışım keşke. Bir kaç tanıdık yüz görmek olumlu olabilirmiş

Tekinsiz Vazife

                1-GALATA SOKAKLARI Gecenin bir vakti Galata’nın dar sokaklarında dolaşan zayıf, uzun boylu, sakalına ak düşmüş ihtiyar ve yanındaki çelimsiz delikanlının buralara ait olmadıkları hemen anlaşılıyordu. Besbelli yatsı namazından çıkıp yolu şaşırmış, ta Galata’ya gelmişlerdi. Bulundukları sokağın az ilerisinde beliren üç matiz ikiliye doğru yaklaşmaktaydı. Gece boyu demlenip, anlattıkları yarı gerçek yarı kurgu kavga hikayeleriyle birbirlerini gaza getirmiş şimdi de eğlence arıyorlardı. Sokak yıldızların aksi suya vurduğunda ne kadar aydınlanabiliyorsa o kadar aydınlanıyor, etrafta ins-i felek yok, atılan adımların sesleri bile gök gürlemesi kadar dikkat çekiyordu .  Galata’nın tekinsiz sokaklarında kim bilir böyle kaç fail-i meçhul cinayet işlenmişti.   Serseriler bu yolcuları dikkatle süzmekteyken, zavallı ikili de yaklaşmakta olan tehlikenin farkına varmıştı. Delikanlının korktuğu belliydi. Fakat nur yüzlü ihtiyarın yüzündeki bir korkudan ziyade tiksintiydi. Üç sers