Kendine gelebildiğinde eli yüzü kan içindeydi. Etraftaki samanlardan, yine bir ahırda olduğunu tahmin edebiliyordu. Zaten ne zaman bilincini kaybetse, kendini ya bir kümeste, yahut da bir ahırda bulurdu. Hatırladığı son şey ise, daima içini kasıp kavuran açlık olurdu. Saldırdığı zavallı hayvanlardan arta kalan kemikleri, her seferinde ağlayarak toplar, topladığı kemikleri bir çuvala doldururdu. Sonrasında kimseye gözükmeden mezarlığa gidip, tek başına, masum kurbanlarına bir cenaze töreni yapardı. Aslında hayatı hep böyle geçmemişti Bekir’in. O küçük bir kasabanın, küçük mezarlığında bekçilik yapmaktaydı, sadece. Anca biri öldüğünde aklına gelirdi, kasaba halkının. İşi ölülerle olduğundan sessiz, sakin bir hayatı vardı. Kasabanın biraz dışında kalan mezarlığın hemen yanındaki kulübesinden, ancak ihtiyaçlarını gidermek için çıkardı. İki ay evvel, yine bir ölü için haber vermişlerdi, Bekir’e. Ama bu seferki öbürlerinden farklıydı. Kasabanın meşhur büyücüsü öl