Kayıp Rıhtımda geçen ay yayınlanan hikayem. Tür ilginizi çekerse başka yazarların da yazdığı hikayelere göz atmak isteyebilirsiniz. :)
........
Kararsız
adımlarla yürüyordu hastane koridorunda. Sanki her an fikrini
değiştirip geriye dönecekmiş gibi istemeye istemeye atıyordu adımlarını.
Fakat sorununa çözüm bulma umudu onu psikiyatrın kapısına kadar
getirmişti işte. Başlangıçta ne kadar uzun gözüküyordu halbuki yol ve
düşünceleriyle boğuşurken ne de çabuk gelmişti kapıya kadar.
Etraftan
bakanlar onun böyle hiç hareket etmeden kapı önünde durduğunu görünce
kapının üzerindeki isimliğe bakıyorlardı. Aslında hepsinin ilk düşüncesi
aynıydı fakat birkaç kişiden yüksek sesle “Yazık! Hiç de öyle
gözükmüyor halbuki dışarıdan.” Cümlesini duyunca sevinsin mi üzülsün mü
bilemiyordu. Gerçekten de hiç öyle ruhsal problemleri olan bir insana
benzemiyordu. Yakışıklı bir adam değildi, hatta çirkin bile
sayılabilirdi. Fakat italyan işi takım elbisesi, altın çerçeveli gözlüğü
ve ışıl ışıl parlayan kol saati insanları bu adama dikkatle bakmaya
zorluyordu.
Derin
bir nefes çekerek kolunu kaldırdı ve kapıyı vurarak içeri girdi.
İçeride önündeki dosyaya kafasını gömmüş olan doktor, içeriye giren
adama önce bir göz ucuyla baktı. Giysileri etkisini onun üzerinde de
göstermiş olacak ki, ayağa kalkarak güleryüzle hastasının yanına kadar
geldi, elini sıktı ve sandalyeye oturmasını bekledikten sonra kendisi de
oturdu.
“-Bir şey içer misiniz, beyefendi?”
“-Teşekkür ederim doktor bey. Almasam daha iyi olur.”
“-Siz bilirsiniz ben mesela çay içmeden duramam, o yüzden kendime söyleyeceğim bir tane.”
“-Tabi, afiyet olsun.”
Çay
söyleme faslı bittikten sonra derin bir sessizlik oldu içeride. Doktor
dikkatle yeni hastasını inceliyor. Adamsa ellerini kavuşturmuş, önünde
bulunan boş sehpaya bakıyordu öylece. Çaycı gelene kadar sessizlik
sürdü. O gittikten sonra da bir süre çay kaşığı şıkırtısı dinledi.
Doktorun sıcak çayından hüpürdeterek aldığı ilk yudumdan sonra konuşmaya
karar verdi.
“-Adım
Yılmaz Öztürk, doktor bey. Zenginim, Karun kadar zenginim, tevazu
göstermeyeceğim. Zaten burada bulunmamın sebebi de biraz bu zenginlikle
alakalı. Ben geçen seneye kadar geçimini çöplerden hurda toplayıp
satarak sağlıyordum. Tabi şimdiki halime bakarak kafanızda başka bir
resim canlanmış olabilir. Ben bildiğiniz sokaklarda arabasıyla gezen,
çöpleri eliyle karıştırıp işine yarayacak bişeyler bulmaya çalışan
adamlardan biriydim. Geçen sene herşey değişti.
“-Her
zamanki güzergahımda bir kaç konteynır karıştırırken garip tipli iki
genç yanıma yaklaştı. ‘Bizde metal bir masa var. Taşınacağız fakat onu
yanımızda yük etmek istemiyoruz. Sen alır mısın?’ dediler. -Bazen olur
böyle doktor bey, satacak kimse bulamayınca yanına yük edeceğine
verirler birilerine.- Ben de ‘Neden olmasın?’ diyerek masayı aldım. Çok
ağır demir yığını bir masaydı bu. İçinde ışığı falan var. Şimdilerde gün
görünce öğrendim eski tip bir çizim masasıymış meğer. Gençler giderken
uyardılar. ‘Bunu böyle satarsan daha çok para eder, sökme sakın!’ diye
ama nereden bulayım ben o masayı satacak adamı parçalarına ayırmaya
başladım tek tek. İçinde hani şu uzun ampuller oluyor ya, ne denir
onlara? -Neyse bir türlü öğrenemedim.- işte onlardan vardı. Sökerken
elimden fırladı. Ne oldu anlamadım. Bir patlama sesi, bir garip duman
çıktı. Dumanın içerisinden de bir yaratık çıktı ki, hala gözümün önüne
gelince elim ayağım titrer.”
Doktor
çayını bitirmek üzereydi artık. Hastasını dinlerken iyice dikkat
kesilmişti. Kesinlikle müdahale etmiyor. Adamın hayal gücünün nereye
varacağını bekliyordu. Doktorun kendisini dikkatle dinlediğinden emin
olan adam da kaldığı yerden konuşmasına devam etti.
“-Yaratık
çıkıp da yüzüme baktığında dizlerimin bağı çözüldü. Olduğum yerde
çöktüm kaldım. Söktüğüm masanın demir ayaklarından birine uzandım
kendimi korumak için. İşte o an benimle konuştu:
“-‘Korkmana
gerek yok insanoğlu. Sana zarar verecek değilim. Aksine seni
ödüllendirmem gerek.’ dedi bana. Ben hala korkumdan kurtulamamışım:
“-‘İn misin, cin misin? Nerden çıktın öyle karşıma?’ diye soruverdim. Korktuğumu belli etmek istemiyordum o halime rağmen.
“-’Evet
bildin. Ben bir cinim. Az evvel kırmış olduğun lambanın ciniyim. Lamba
kırılınca ben de özgürlüğüme kavuştum.’ Deyince duyduklarıma inanamadım.
Bizim küçüklüğümüzde kimse bize masal anlatmadı. Hani televizyonda
kulak aşinalığım da var Alaaddin’in cinine ya emin olamadım.
“-’O
lamba cini dediğin ta eskilerde kaldı. Hem nerede görülmüş elektrikli
lambanın içinden cin çıktığı.’ yaratıkla konuşurken bir yandan ‘acaba
lamba patladığında bayıldım da rüya mı görüyorum’ diye de kendimi
yokluyorum.
“-’Teknoloji
gelişince artık öyle gaz yağıyla çalışan lambalar kalmadı. Beni buraya
hapseden büyücü de yeniliklere açık bir insandı. Neyse ki bunları çok
kırılgan yapıyorlar da 30 yılda çıkıverdim içerisinden. Sadede gelelim.
Beni sen özgür bıraktığına göre bir dilek hakkın var. Dile benden ne
dilersen!’ hiç bir şey söyleyemedim. Kafamda onlarca dilek sıralandı
birden. İçlerinden birini seçmeye çalışırken çok beklemiş olmalıyım ki
sabırsızlıkla yeniden konuştu:
“-’Hadi
ama, çok fazla vaktim yok. Hayatın boyunca bu anı düşlemiş olmalısın.
Dile bir dilek de çekip gideyim. Zaten 30 yıl bekledim, bir 30 yıl da
karar vermeni bekleyemem.’
“-’Para!’
dedim sözünü bitirir bitirmez. ‘Hayatım boyunca bitiremeyeceğim kadar
para istiyorum senden.’ Bunun kötü bir şaka olabileceği ve o an bir
yerlerden bir kameranın ya da bir arkadaşımın gülerek gelebileceği
geçiyordu aklımdan. Fakat eğer gerçekse böyle bir fırsatı tepmemeli
insan. Ama düşündüklerimin hiç biri gerçekleşmedi. Yaratık geldiği gibi
bir anda ortadan kayboldu gitti.
“-Bir
hafta boyunca bu olayı düşündüm. Bir hafta boyunca hiçbir değişiklik
olmadı hayatımda. Bir haftanın sonunda bir mektup geldi. Adını daha önce
hiç duymadığım bir akrabamın tek varisi olduğumu hakkım olan mirası
almak için falanca adrese gitmem gerektiğini söylüyordu. Merak ettim
gittim. Şehir merkezinde 200 tane dükkan, şehrin farklı yerlerinde 258
tane daire, nakit paranın ne kadar olduğundan bahsetmiyorum bile. Bilmem
kaçıncı göbekten akrabamın ölürken bana bıraktıkları hayatımın sonuna
kadar beni yaşatırdı. Zengin olmuştum artık. Cin sözünü tutmuştu.”
“-Anlıyorum.
Yani birden bire ortaya çıkan akrabanızın ölümünü ve gelen parayı bir
cin mitosuyla birleştirmeniz…” doktorun sözünü bitirmesine izin vermeden
kesti Yılmaz sözünü:
“-Daha
anlatacaklarımı bitirmedim. Bu mirastan gelen parayı yedim, içtim
aylarca. Gerçekten de tam dilediğim gibi bitiremeyeceğim kadar param
olmuştu. Her gün öğlen saat 2 civarı uyanıp eğlenmeye başlıyor, güneş
tekrar doğana dek devam ediyordum. Bir gün barda tanıştığım kadınlardan
biriyle geceyi geçirmiş sabahında ise cüzdanımı bulamamıştım. Arabanın
anahtarı da yoktu. Bunlar benim için önemli kayıplar değildi. Bir
yerlerden bir telefon bulup bu işlerle ilgilenen yardımcımı arayıp
gerekli işlemleri yapmasını söyleyerek evime gitmek üzere çıktım.
Bulunduğum yerin evime çok uzak olmadığını fark edip şehirde yürümeye
başladım. Böyle yürümeyeli oldukça uzun zaman olmuştu. Yorulduğumu
hissettiğimde bir banka oturdum. Çok geçmeden oldukça yaşlı bir adam
gelip yanıma oturdu. Daha kim olduğunu bile söylemeden, hikayesini
anlatmaya başladı bana. Başlarda hiç ilgimi çekmiyordu fakat bir gaz
lambası kırıp içinden cin çıktığından bahsedince dikkat kesildim.
Kesinlikle bu aynı yaratıktı. Onun dileği de benimkiyle aynıydı. Para
istemişti cinden. Zaten kim başka ne isteyebilirdi ki? O da hiç
tanımadığı bir akrabasından miras olarak almıştı parayı. Kendisine kalan
arsaların yerlerini söyledi. Hayretimden ağzım açık kaldı. Hepsi benim
şu anda sahip olduğum evlerin ve dükkanların üzerinde olduğu arsalar.
Olayın başına ne zaman geldiğini sordum. 50 yıl geçtiğini söyledi
üzerinden. Fakat 20 yılını zenginlik içerisinde geçirebilmişti.
Servetini neden kaybettiğini sorunca, anlattı hikayenin geri kalan
kısmını:
“-’Genç
yaşımda zevk içinde geçirdim ömrümü. 20 yıl boyunca bana kalan
arsaların üzerine evler yaptırdım. Parayı paraya ekledim. Sonra da
gittim bir kadına aşık oldum. Benimle evlensin diye, sahip olduğum
herşeyi ona verdim. Evliliğimiz bir yıl bile sürmedi. Herşeyi alıp
kaçtı. Başka bir adam için beni terk etti. Benim paramla avukat tutup
beni boşadıktan sonra o adamla evlendi. Bir kaç sene sonra karım olacak
kadın da öldü zaten. Bütün parasını o adama bırakarak tabi. Beş parası
olmayan bir adam benim paramla zengin oldu senin anlayacağın evlat.
Geçen sene gazetede okudum o herif de ölmüş zaten.’ Adamın kim olduğunu
söylediğinde dehşete düştüm. Bu adam bana miras bırakan adamın ta
kendisiydi doktor.
“-Yani
bu para bir şekilde birbirini tanımayan insanlar arasında el değiştirip
duruyordu. Ölen adamı araştırdım. Evlenmeden önce aynı şekilde bir cin
hikayesi de onun başına gelmiş. Yani şu an benim servetim de tehlikede
doktor. Bu parayı kaybedersem ne yaparım bilemiyorum.”
“-Size
isterseniz bir ilaç yazalım Yılmaz Bey.” Doktor reçetesine ilaç yazmak
üzere uzandığında Yılmaz masanın üzerinden uzanıp, doktorun elini sıkıca
tuttu.
“-Sizden
ilaç veya tedavi istemeye gelmedim ben. İki aydır bulabildiğim bütün
özel dedektifleri, büyücüleri ve hatta üfürükçü hocaları seferber ettim.
Sonunda o lanet olası cinin nerede olduğunu buldum. Doktor masa
lambanıza bir servet teklif ediyorum onu bana satın!”
“-Yılmaz
Bey, satın almanıza gerek yok onu size verebilirim. Buyrun işte.”
Doktor masasının üzerindeki lambayı karşısında oturan hastasına doğru
uzattı. Adam sevinçle aldığı lambanın ampulünü sökerek yere fırlattı.
Doktorun irkildiği patlama sonrası Yılmaz, gördüğü görüntüden hoşnut
olmamıştı. Öfkeyle doktorun yakasına yapıştı.
“-Bu o lamba değil! Söyle gerçeğini ne yaptın? Söyle!”
Tam
bu sırada iri yapılı üç hasta bakıcı içeri girdi. İkisi Yılmaz’ı zapt
etmeye uğraşırken biri sakinleştirici iğneyi yaptı. Gözlerini yeniden
açtığında bir yatakta yatıyordu Yılmaz. Yanında ise başka bir hasta
vardı.
“-Şşşşt! Uyan bi bi’şey soracam!”
“-Git başımdan lan! Manyak!”
“-Şşşşt! Bi’şey soracam!”
“-Sor, tamam!”
“-Lambayı kırmışsın?”
“-Eee?”
“-Sen de mi Napolyon olmayı diledin lan?”
Yorumlar
Yorum Gönder