YENİ KAPI
Herkes yavaş yavaş
uyanmaya başladığında ateşin başında sadece bostancı ve Davut oturuyordu. Bostancı gece boyu yerinden bir parmak olsun
hareket etmemiş gibiydi. Diğerleri nöbetleşerek uyumaya devam etmiş, sıra
Davut’a geldiğinde nihayet herkes için uyku faslı sona ermişti. Sabaha dek
ateşi canlı tutabilmek için yanlarında getirdikleri yakacaklar yeterli olmamış,
ateş iyice sönmeye yüz tutmuştu. Uyananlar hemen ısınmak için ateşin başına
yaklaşıyorlardı. Bir kaç parça eşyalarını feda edip ateşi biraz olsun
canlandırmayı başarmışlardı. Handan da dahil herkes geldiğinde kahvaltıya
başladılar.
Artık içinde
bulundukları tünellerin kasvetli havasına alışmış gibiydiler. Dünkü sessiz
yemeğin aksine sofrada bir hareketlilik vardı. Dinlendikten sonra güçlerini
toparlamış gibiydiler. Yavaş yavaş konuşmalar dönmeye başlamıştı. Yemek
yendikten sonra Bedreddin yine haritaları ortaya çıkarmış hangi kapıdan
gitmeleri gerektiğine karar vermeye uğraşıyordu. Bu noktada Hamza’nın da gözü
takıldı haritalara.
“-Şimdi bey
amca, biz neredeyiz?”
“-Şu üç
çizginin birleştiği yerdeyiz işte.”
“-Yani
İstanbul’un neresine denk geliyor orası sen onu söyle. Ben ne anlarım
çizgiden?”
“-Yahu işte şuradan
başladık Galata’dan Haliç’in altından geçtik. Şimdi de şuralarda bir
yerlerdeyiz.”
“-Bildim bak
buraları. Şu bitmeyen Caminin olduğu yerler buraları. Peki bu çizdiğin kırmızı
çizgiler nedir?”
“-Onlar da
cinayetlerin meydana geldiği yerler.”
“-Hep bu
tarafta olmamış buraya göre karşıda da var. Bir tek şurada yok. Üsküdar mı
orası?”
“-Oranın
bekçisi var. Orada hiçbir şey olmaz!”
Bostancı tanıştıklarından
beri ikinci cümlesini kurmuştu sonunda. Herkes şaşırmış ona bakıyordu. Orada
olduğunu bile çoktan unutmuşlardı. Kendisi sanki cümleyi hiç kurmamış gibi yine
o ifadesiz suratını takınmıştı. Bu cümlenin üzerinde çok durmadan Davut söze
girdi.
“-Yatmadan
evvel yapmış olduğum hesaplara göre kıble tarafındaki kapıdan devam etmeliyiz.
Haritaya göre o kapı bizi Aya Sofya’ya doğru götürüyor. Aradığımız şeyi orada
bulabileceğimizi düşünüyorum.”
“-Kapıları
birlikte inceledik. Üzerindeki yazılarda olağan dışı bir işaret ya da kelime
göremedim. Diğer kapı bizi Süleymaniye tarafına doğru götürecek. Oralarda diğer
tarafa nazaran daha çok olay oluyor.”
“-Çelebi bu
husustaki yeteneğini daha evvel ispat etmiştir. Fazla söze gerek yok kıble
kapısından gidiyoruz. Yola çıkalım.”
Orakçı Osman’ın
sözleri tartışmayı fazla uzamadan bitirmişti. Artık parlaklığını iyice
kaybetmiş olan ateşi canlandırmaya ihtiyaç duymadan başından kalkıp eşyalarını
toparlamaya başladılar. Herkes eşyasını toplayıp geldiğinde Davut kapıyı
açmıştı bile. Hiç kimse hatta Davut bile kapının bu kadar kolay açılabileceğini
düşünmemişti. Hemen yürüyüş düzenini alarak kapıdan geçip yolculuklarına devam
ettiler.
Genişlik olarak
ilk girdikleri tünelden çok da farklı değildi burası. Fakat bu yeni yolda tuğla
tonoz belirli aralıklarla taş kemerlerle destekleniyordu. Her seferinde altı
kemer geçtikten sonra kemere oturtulmuş demir bir kapıdan geçiyorlardı. Her şey
o kadar aynı geliyordu ki gözlerine, aynı yerden defalarca geçtiklerine yemin
edebilirlerdi. Dört demir kapıdan geçtikten sonra Hamza’nın telaşlı sesi
duyuldu:
“-Eyvahlar
olsun! Benim horasani yok ortada.”
“-Kayıp mı
ettin koca kılıncı?”
“-Aceleyle
toparlanınca uyuduğumuz yerde bıraktım sanırsam beyim. Tabi karanlık da
olunca...”
“-Boş ver şimdi
horasaniyi. Yolumuza devam edelim.”
“-Siz devam
edin yavaş yavaş beyim. Ben bir koşu alır gelirim. Zaten bir tek yol var
kaybolacak değilim ya?”
Hamza gruptan
ayrılıp hızlı hızlı ters yönde hareketlenip demir kapıdan geçerken diğerleri
yollarına devam ettiler. Yavaş yavaş ilerleyen yedi kişi ikinci kemere varmadan
karşıdan gelen ayak sesleriyle durdular. Farelerin bile gitmeye cesaret
edemediği bu derinlikte bu ayak sesleri hayra alamet değildi. İsrafil elindeki
gaz lambasını söndürdü. Osman, derhal yatağanlarını çekip ekibin en önüne
İsrafil’le birlikte geçti. Bostancı da onların yanında yerini almıştı. Davut,
zembereği kurmuş kendilerine doğru gelmekte olan ışığı hedef almıştı. Diğerleri
duvar diplerine sığınmışlardı. Karşıdan gelen ışık gittikçe kendilerine doğru
yaklaşıyordu. Saldırıya hazır bekleyenler ışığın yeterince yaklaştığında ileri
doğru hamle yaptılar.
Karanlık
tüneldeki tek ışık kaynağı karşıdan yaklaşmakta olan ayak seslerinin sahibine
ait olan ateşti. Üç kişi hedeflerinin üzerine atıldığında meşalenin
aydınlattığı yüzü görmüş ve şaşkınlıktan dona kalmışlardı. Bu az evvel konaklama
yerine giden Hamza’dan başkası değildi. Osman’ın yatağanı yerde sırt üstü yatan
Hamza’nın boğazına dayalı, Hamza’nın eli ise onun boğazını kavramış halde hareketsiz
kalmışlardı. Karanlık duvarların dibine sinmiş olan üç kişi, kalabalığın
toplandığı yere geldiler. Bedreddin gaz lambasını yeniden yakmış, olanlara bir
anlam vermeye çalışıyordu.
“-Senin burada
ne işin var?”
“-Benim horasaniyi
almaya gidiyorum. Asıl sizin burada ne işiniz var?”
“-Hala horasani
diyor. Sen geriye gitmedin mi ileriden nasıl geldin?”
“-Yahu asıl siz
geriden geliyorsunuz. Ben sizi arkada bıraktım!”
“-Bu işte bir
iş var. İsrafil gerideki kapıya git! Konakladığımız yere vardığında buraya geri
gel.”
“-Zenci kardeş
oraya kadar gitmişken benim horasaniyi de alıversen?”
İsrafil hiçbir
şey söylemeden gerisin geriye yürüdü. Demir kapıdan geçinceye dek elindeki gaz
lambasının ışığını takip etti geride kalanlar. Osman henüz Deli Hamza’nın
tepesinden kalkmış değildi. Fakat Hamza elini çoktan çekmişti. Yerde sabırla ne
olacağını bekliyordu. Herkesin kafası karışmıştı.
Biraz vakit
geçtikten sonra tünelin ilerisinden bir ışık belirdi. Kendilerine doğru gittikçe
yaklaşan bu ışığı görünce dikkat kesildiler. Işık iyice yaklaşıp arkasındaki
yüz belli olduğunda şaşkınlıkları bir kat daha arttı. Elinde gaz lambasıyla
kendilerine doğru yaklaşmakta olan kişi İsrafil’den başkası değildi. Osman
Hamza’nın boğazından yatağanı çekip ayağa kalkmıştı. Öteki de yattığı yerden
doğrulunca kendilerine doğru gelen İsrafil’i fark etti. Şaşkınlıkları gittikçe
dehşete dönüşüyordu. Cadıcı bu sefer farklı bir yol deneyip emin olmak istedi.
İsrafil ile beraber gerideki kapının önüne dikildi. Diğerleri ise ilerideki
kapıya doğru hareketlendiler. Korktukları başlarına gelmişti. Altı kişi
ilerideki demir kapıdan geçtiklerinde karşılarında İsrafil ve Bedreddin’i
bulmuşlardı.
Yorumlar
Yorum Gönder