ŞAMAN
Su iyice
çekilip zemindeki taşlar meydana çıktığında dairesel mekanın tam ortasında bir
ateş yakıp, kendilerine dinlenebilecekleri birer köşe aramaya başladılar. Baba,
kız karşılıklı iki kapının arasında kalan geniş duvar yüzeyine doğru gitti.
İsrafil, efendisi etrafa bakınırken girdikleri kapının hemen yanına yerleşmiş
onun yerini de hazırlamıştı. Diğerleri öbür iki kapıdan gelebilecek tehlikeleri
önceden karşılamak için birbirlerine yeteri kadar mesafeyle kapılara yakın
olacak şekilde yerleşmişlerdi. Yalnızca bostancı ateşin başında oturmuş
diğerlerinin hareketlerini takip ediyordu. Yemekten önce hepsi elbiselerini
çıkarıp kurumaları için daha evvelden duvarlara çakmış oldukları çengellere
gerdikleri iplere astılar. Çengelleri elbiseler asıldığında kendilerine bir
çadır oluşturacak şekilde çakmışlardı.
Herkes
hazırlıklarını tamamladığında İsrafil, Hamza ve bostancının yol boyunca yanlarında
taşımış oldukları erzaklar ateşin başında toplandı. Su baskınından sonra pek
azı ıslanmadan kurtulabilmişti. Davut Çelebi, Handan’ın yemeğini götürüp
çadırının önüne bıraktı. Onun da geri gelip diğerlerinin yanına gelip
oturmasıyla yemek başladı. Ateşin etrafında halka oluşturarak oturan yolcular
yiyebilecekleri kadar yemeği önlerine almış sessizce yemeye koyulmuşlardı. Deniz
tuzundan nasibini almış yiyeceklerin bazılarını yerken yüzlerini buruşturuyor,
fakat elde olan tek yiyecek bu olduğundan ses çıkarmadan yemeğe devam
ediyorlardı.
Yemekten ilk
kalkan Davud Çelebi olmuştu. Çadırına varır varmaz gaz lambasını yakmıştı.
Ondan hemen sonra kalkan İsrafil ise efendisinin emri üzerine ıslanan kitap
yaprakları için bir ip daha germiş ve sayfaları tek tek asmaya başlamıştı.
Hamza hareketli günün yorgunluğuyla çadırına gider gitmez uykuya daldı. Horlaması
ateşin başına kadar geliyordu. Sona kalan dört kişi yemeklerini bitirmiş
olmalarına rağmen sessiz sedasız ateşin başında oturuyordu. Çolak Rıza oturduğu
yerden dizleri üzerinde hareket ederek Osman’ın yanına kadar geldi. Elini öpmek
üzere yere kadar kapandı.
“-Ver o mübarek
elini öpeyim beyim. Bana canımı bağışladın. Allah senden razı olsun.”
“-Tamam Rıza.
Uzun etme. Git bak bakalım kızının durumu nasıl?”
Ateşin
sağladığı ışık etrafı çok fazla aydınlatmasa da adamın gözlerindeki
minnettarlık odanın diğer ucundan bile fark edilebilirdi. Osman’ın sözüyle
geldiği gibi dizlerinin üzerinde geri geri çekilen Rıza önce kızının bulunduğu
çadıra bir göz attı. Sonra kendisi için hazırladığı yere geçerek dinlenmeye
başladı. Bu sıra gözleriyle onu takip eden Cadıcı’nın dudaklarından şu soru
çıktı:
“-Nasıl anladın
onun şaman olduğunu?”
“-Bu adam
Galata’da gördüğün diğer ayyaşlara benzemez. Gördüğü şeyler yüzünden kendini
deli sanıp bimarhaneye kapatmasınlar diye içip içip saçma sapan şeyler anlatır.
Millet de ayyaşlığına yorar.”
“-Bimarhane...”
Bu sözcükle çok
uzaklara gitmişti sanki Bedreddin. Baktığı yer Rıza’nın çadırıydı belki ama
gördüğü yer orası değildi ihtiyarın. Ateşin kızıl parlaklığı beyaz sakallarına
vuruyor, yılların yorgunluğunun göstergesi kırışıklıkları iyice ortaya çıkıyordu.
Gözlerini ayırmadan anlatmaya başladı ihtiyar. Anlattıkça da gözleri dolup
boşalıyordu:
“-Ben aslında
söylendiği gibi ezelden beri bu işi yapmıyorum. Bimarhane dedin ya... İşte ben
30 sene evveline kadar Edirne’deki Bayezid şifahanesinde idim. Nam salmıştı o
vakitler şifahanemiz. Cennetten bir köşeydi adeta... Her yanında eşsiz kokular
olan, bir yanda su sesleri diğer yanda sazendelerin taksimleri... acemaşiran,
sazkar, neva, nihavend... Hepsi tedavinin bir parçasıydı elbet. Derdi olan
gelir dermanını almadan gitmezdi. Nice mecnunlar elimizden şifasını buldu.
“-O zamanlar
ben böyle hortlak hikayelerine güler geçerdim elbet. ‘İlim irfan sahibi olmuş
50 yaşında adamım inanmam öyle hurafelere, görenleri bana gönderin iyi ederim
ben.’ derdim. Derdim ya, sonra günün birinde büyük konuşmamın cezasını çektim.
Efendi o senelerde benim bir tanecik evladım vardı. Allah rahmet eylesin
zevcemle geç çocuk sahibi olduk. Çocuk doğduktan sonra o da çok yaşamadı. Ardında
da emanet onu bıraktı bana. Yavrum buluğ çağına geldiğinde gördüğü şeylerden
bahsetti bana. Oradaki delilerden öğrenip anlatıyor sandım ilkin. Daha sonra
orada olmayan varlıklarla konuşurken yakaladım birkaç kez. Garip şekilli
mahluklar çiziyor bunların kendisine söylediği şeylerden bahsediyordu. Yapılacak
şey belliydi bana göre. Öz oğlumu diğer mecnunlarla birlikte tedavi etmeye
başladım. Lakin ne mümkün... Öbür delilerin biri geliyor diğeri gidiyor, bizim
oğlanda hiç iyileşme emaresi yok.
“-Birkaç sene
böyle geldi geçti. Bir gün üzerinde Yörük kıyafetleriyle yaşlı bir kadın geldi
şifahaneye. Tipinden belliydi aklının yerinde olmadığı. Buyur edecekken benim
oğlandan bahsetti. ‘Senin oğlan mecnun değil efendi. Bu seferkinin şifası sende
değil bendedir. Müsaade et bakıvereyim.’ deyince, sinirlenip kapı dışarı ettim.
Para koparmaya gelen büyücülerden biri sandım. Çok sürmedi benim oğlan kendini
bimarhanenin damından aşağı bıraktı... Cenaze namazı bile kılınmadan defnettim
yavrumu.
“-Neden bilmem
oğlumun ölümünden o yaşlı cadıyı mesul tutmuştum. Peşine düşüp araştırmaya
başladım. Birkaç ay sonunda Anadolu’ya doğru giden konargöçer Yörük obalarından
birinde buldum onu. Çadırına girdim ağzıma geleni saydım. Bütün nefret dolu
sözlerime karşın gülümseyerek dinledi beni. Sonra her şeyi anlattı. Evvelden
inanmadım fakat oğlumun gördüğü çizdiği her şeyi birebir tarif ederek
anlatıyordu. Böyle bir şey mümkün değildi. Meğer yaşlı kadın obanın şamanıymış.
Kam Ana diyorlardı ona. Sonra oturdum dinledim. Ben dinledikçe o anlattı. Aylar
geldi geçti, artık anlatacak bir şeyi kalmadığında gönderdi beni obadan.
“-Ondan
ayrıldıktan sonra dünyayı dolaşmaya başladım. Mısır, Mardin, Kırım, Budin... Devlet-i
Ali Osman’da ayak basmadığım toprak kalmadı. Kam Ana’dan öğrendiklerimin
üzerine çok şey ekledim. İşte böyle Osman Bey… İhtiyar adamın anlatacak
hikayesi çok olur. Kafanı şişirdik senin de... Şimdi uyumak vaktidir. Haydi
Allah rahatlık versin.”
Yaşlı adam
gözünden akan yaşları çarçabuk silip ayağa kalktı. Gereğinden fazla konuştuğunu
düşünüp kendi kendisine kızarak çoktan uykuya dalmış olan İsrafil’in yanına
gitti. Etraftaki kitap sayfalarını kontrol edip uyuyan adamın üzerini örttü.
Sonrasında kendisi de uyumaya başladı.
Yorumlar
Yorum Gönder