Ana içeriğe atla

Tekinsiz Vazife-9


TÜNEL
Birkaç saatlik uğraş sonunda geçidi kapatan duvarı tamamen yıkmayı başarmışlardı. Geçidin içerisi bulundukları mahzenden daha karanlık gelmişti gözlerine. Meşalelerden birini ileriye doğru tuttuklarında geçidin ancak iki adamın yan yana sığabileceği genişlikte tamamen tuğlalarla çevrili tonozvari bir tünel olduğunu gördüler. Tünelin sonunun nerede olduğu belli değildi. Belki birkaç adım ileride bir kapı bulacaklar belki de günlerce yol yürüyeceklerdi. Neyse ki yolculuğun uzun sürebileceği daha evvelden düşünülmüş ve bostancılarla birlikte birkaç gün yetecek erzak ve gazyağı saraydan gönderilmişti.
İstanbul semalarında ikindi ezanının hicaz nağmeleri duyulurken, yer altındakiler, saatlerdir gün ışığından ve sesten bîhaber oldukları gibi günün hangi zaman dilimini yaşadıklarından da habersizdi. Tünele girmeden evvel yukarı çıkıp meyhanenin masalarından birinde karınlarını doyururken bir yandan da basit bir planlama yapılmıştı. Tünele ikişerli gruplar halinde girilecek ve herkes etraftan gelecek en ufak sese karşı tetikte olacaktı. Kesinlikle yüksek sesle konuşulmayacak, adım atarken dahi mümkün olduğunca sessiz olunacaktı. Yiyecek, su ve gazyağı mümkün olduğunca idareli kullanılacak çok gerekli olmadığı müddetçe mola verilmeyecekti.
Kurallar kesin olarak konduktan sonra tünele giren ekip belli bir sıraya göre dizilmişti. Tünelin genişliğinin el verdiği ölçüde iki kişilik gruplar halinde içeriye giren sekiz kişinin en önünde rehber olarak İsrafil ve Cadıcı Bedreddin bulunuyordu. Hemen onların arkasında ise Orakçı Osman ve Deli Hamza dikkatli bir şekilde ilerliyorlardı. Üçüncü sıraya gruptaki en zayıf olanları yani Çolak Rıza ile kızı Handan’ı uygun görmüşlerdi. En geride ise Davud Çelebi ve ekibin gözcüsü olan bostancı gelmekteydi.
Tünelde bir müddet ilerledikten sonra aşağıya inen basamaklarla karşılaştılar. Oldukça dik yapılmış olan taş basamaklar geçen yılların etkisiyle yosun kaplamıştı. Duvarlara tutunarak yavaş yavaş aşağıya inen cadı avcıları için merdivenin sonu gelmeyecekmiş gibi gelmişti. Çolak Rıza’nın geçirdiği bir iki düşme tehlikesinden sonra Hamza onu karpuz gibi koltuğunun altına alarak merdivenin sonuna kadar taşımaya karar verdi. Sonunda merdivenin bitimine ulaştıklarında tünelin yaklaşık bir karış yüksekliğine kadar suyla dolmuş olan bölümüne vardılar.
Zeminindeki parlak taşlar ve berrak su sayesinde burada geçtikleri diğer yerlere nazaran daha iyi görebiliyorlardı. İsrafil elindeki meşalelerden birini suyun içerisine girmeden evvel duvardaki oyuğa yerleştirdi. Böylece ellerindeki ışık kaynaklarının sönmesi durumunda geri dönüp ateşi alabilecekti. Buraya gelene kadar dinlemiş oldukları fare seslerinden sonra yer yer yukarıdan damlamakta olan su damlalarının seslerini taksim dinler gibi dinlemekteydiler. Hamza’nın kucağında sızmış olan Çolak Rıza sayıklamaya başlayınca kendisini suyun içerisinde buldu. Suya düşmesiyle kalkması bir olan Rıza artık ayılmış nerde olduğunu algılamaya çalışıyordu.
“-Gece vakti denizde işimiz ne? Yoksa hala rüyada mıyım ben Handan?”
“-Ne denizi ulan!? Sayıklamaya başladın ayılttık. Tüneldeyiz hala. Gidiyoruz işte.”
“-Tünel mi? Ama beyim bu su tuzlu deniz suyu. Şaraptan ağzımın tadı mı bozuldu acaba?”
“-Rıza doğru söylüyor. Bu su deniz suyu! Denizin dibindeyiz.”
“-Cenuba doğru ilerlediğimize göre Haliç’in dibinde olmalıyız.”
“-Peki Beyim, tünelin başındaki hatun kişi kimdir? Kaç kişi girdik biz buraya?”
Rıza’nın bu sözlerinin üzerine bir anda başladıkları noktaya doğru baktılar. İlkin orada yanan meşaleden başka hiçbir şey görememişlerdi. Rıza hala aynı noktayı işaret ederken bıraktıkları ateşin söndüğünü gördüler. Sonrasında da tünelin içerisinde yankılanan müthiş bir çığlık duyuldu. Kapalı tünelin içerisinde çığlık öylesine güçlü gelmişti ki herkes kulaklarını tıkamak zorunda kaldı. Ellerinden düşen ateş sönmüş artık kör karanlıkta kalmışlardı. Kulaklarını açtıklarında geriden gelen çatırtının sesini duydular. Su damlalarının sesi yerini bir çeşmenin sesine bırakmıştı. Bileklerinin üzerindeki suyun seviyesinin yükseldiğini hissettiklerinde Osman’ın haykırışıyla su sesinin geldiği yönün aksine doğru koşmaya başladılar. Su bel hizalarına geldiğinde tünelin sonuna varmışlardı.
Tünelin bu ucunu elleriyle yoklayan Osman burasının yüzeyinin diğer yerlere göre farklı olduğunu hissetti. Elleriyle metal bir kapının varlığını hissediyordu. Davut Osman’ın hemen arkasından buraya varmış ona çarparak durabilmişti. Hemen kuşağına davranarak çıkardığı meşaleyi çakmaklıkla yakmaya uğraşıyordu. Çakmaklıktan çıkan kıvılcımları gören diğerleri metal kapının önünde toplanmaya başlamışlardı. Davut sonunda meşaleyi yakmayı başardığında karşılarına çıkan kapıyı incelemeye koyuldu. Bu sırada Osman da eksik olup olmadığını anlamak için arkasına döndü. Su seviyesi artık tünelin yüksekliğini yarılamıştı. Osman kapıyla uğraşmakta olan Davut Çelebi’ye baktı:
“-Açabilecek misin?”
“-Kilit suyun altında kaldı. Biraz uğraştıracak ama evelallah açarım beyim.”
“-Sen kapıyla uğraş. Kız yok ortada ben onu bulmaya gidiyorum.”
Davut nefesini tutarak tuzlu suyun altına daldı. Kuşağından çıkardığı aletlerle kapının kilidini kurcalamaya başladı. Bedreddin’in tuttuğu meşalenin ışığı suyun altına zorlukla ulaşıyor işini kat kat zorlaştırıyordu. Suyla dolmakta olan tünelin tepesinden bir çatırtı daha geldiğinde suyun seviyesi Cadıcı Bedreddin’in boğazına kadar gelmişti. Artık tünel daha hızlı bir şekilde suyla dolmaya başlamıştı. İsrafil yükselmekte olan suyun tehlikesinden korumak için efendisini sırtına aldı. Diğer yanda Rıza’nın da kızının peşinden gitmesini engelleyen Hamza onu su seviyesinin üzerinde tutmaya çalışıyordu.
Yükselen su artık herkesi tehdit edecek seviyeye vardığında suyun altından çıkan Çelebi var gücü ile kapıya yüklenmeye başladı. Bunu gören diğerleri de aynı şekilde kapıyı itmeye başladılar. Yüzyıllardır açılmamış olan kapı İsrafil ve Deli Hamza’nın gücüne rağmen yerinden biraz olsun oynamıyordu. Son olarak bostancının kapıya yüklenmesiyle koca demir kapı büyük bir gıcırtıyla yavaş yavaş açıldı. Su seviyesinin alçalmasıyla kendilerini kapının diğer tarafına atan yolcular hala yükselmekte olan suyun içeriye girmesine engel olmak için kapıya aksi yönde yüklenmeye başladılar. Kapı ancak bir adamın geçebileceği kadar daraldığında kapı arasından diğer tarafa bakmakta olan Çolak Rıza’nın çırpınmalarıyla kapıyı iteleyenler durakladı. Öbür taraftan sırtında Handan’la gelen Osman öncelikle kızı kapı aralığından diğer tarafa geçirdi. Sonrasında ise kendisi de kapının arkasına geçerek itmeye başladı.
Kapı tamamen kapandığında herkes yorgunluktan bitap düşmüştü. Sırıl sıklam olmuş elbiseleriyle herkes bulunduğu yere çökmüş, yukarıda yaşamış oldukları olayı kendi aralarında konuşup anlamlandırmaya uğraşıyorlardı. Esrarengiz olaylara aşina olan Bedreddin’e bile garip gelmişti hadise. Biraz soluklandıktan sonra Davut’u da yanın çağırıp haritaları incelemeye başladı Cadıcı. Yeni geldikleri bölgeyi araştırmaya başlayan Bedreddin ve Davut ellerindeki haritanın da yardımıyla burasının üç geçidi birbirine bağlayan bir düğüm noktası olduğunu anladılar. Burası geldikleri tünele nazaran hayli genişti. Daire planlı olan mekanda girdikleri kapının haricinde birisi cenuba diğeri garba bakan iki kapı daha mevcuttu. Ellerindeki meşaleyi yukarıya doğru tuttuklarında burada temiz havanın girebileceği hava kanallarının olduğunu gördüler. İçeriyi doldurmuş olan suyun seviyesi yavaş yavaş alçalıyordu. Belli ki zeminde içeri dolan suyun boşaltılması için delikler mevcuttu. Burasının güvenli olduğundan kesin emin olduktan sonra herkes yorgunluğunu atmak üzere konaklama hazırlıklarına başladı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İsyan

    İsyan                 Konuya nereden başlayacağımı, nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Kafam allak bullak olmuş durumda... Aslında bundan bir ay öncesine kadar reenkarnasyona inanmayan bir insandım –ki hala öyleyim- ama son dönemde yaşadığım olaylar kendi kendimle çatışmama sebep oldu.                 İki hafta önce en yakın arkadaşım Hakan’la reenkarnasyonun gerçekten var olup olamayacağına dair şiddetli bir tartışmaya giriştik. Ben, bunun mümkün olmadığını söyledikçe, o, inatla eski hayatında bir Bizans tekfuru olduğun iddia ediyordu. -Zaten alelade bir adam olan çıkmamıştır, eski hayatında. İki buçuk saatlik bir tartışmanın sonunda beni, kendisine geçmişte kim olduğunu gösteren dolandırıcıya –kendisi ona üstad Deniz diyordu- götürmeye ikna etti.                  Ertesi sabah Nişantaşı'nda buluştuğumuzda b eni apartmandan bozma bir iş hanına götürdü. Böyle saçma sapan şeylere zenginlerin daha çok rağbet göstereceğini düşünmüş olacak ki arkadaş, dükkanı iyi yere açmıştı. İç

Bölüm-1 (Yıl: 1230)

            -“Hristo! Hristo uyansana tembel herif!”             -“Ne bağırıyorsun sabahın köründe manyak karı!”             -“Uyan diyorum Hristo! Stefan yok!” -”Markos’un bahçeye dadanmıştır gene, eriğe. Çıkar ortaya.” -“Baktım Hristo her yere baktım. Maria’nın Niko da yok ortada. N’olur uyan Hristo!” -“Tamam be kadın kalkıyorum! O oğlanı bulursam bacaklarını kıracağım!” -“Bir de Hristo... Gabriyel de ortada yok.” ...... Bir kaç saat sonra eli sopalı bir sürü insan kasaba meydanında subaşının etrafını çevirmiş tehditler savuruyorlardı. Zayıf, uzun boylu subaşı, kırkının üzerindeydi. “En azından artık elimizde bir isim var.” diye geçirdi içinden. “Uşak Gabriel! Zaten uşaktan başka kim olacaktı ki. Alacağın olsun Gabriyel! Durdun, durdun da böyle bir zamanda aklına geldi çocuk kaçırmak. Sahi, o kadar yıl bekledi de niye şimdi kaçırdı çocukları bu herif? Aman, hele bir yakalayıp öldürelim de hayırlısıyla, sonra nasıl olsa anlarız. Valinin kulağına gitmeden bu işi çözme

Kompartıman Cadısı

Hayatta en çok korktuğum şey karanlıktı küçükken. Evde tek başıma olduğum akşamlarda hiçbir odayı bir kerede terk edemezdim. Önce ışığı açık bırakıp küçük ayaklarımla kapıdan mümkün olduğunca çabuk çıkıp koridorun ışığını yakar, sonra odaya geri dönüp ışığı kapatır, koşarak terk ederdim içinde bulunduğum karanlığı. Bu, gitmek istediğim odaya varana kadar böyle sürerdi. Ancak yorganın altına girebildiğimde son bulurdu kalbimin çarpıntısı. Babam öyle demişti çünkü; yorganın altı güvenli bölgeydi. Babam… Zaten bu korkuları bana yaşatan da onun yaşıma bakmadan her gece anlattığı korkunç öyküler değil miydi? Önceleri cinler ve şeytanlardan bahsederdi. Sonra hayal gücünü geliştirip cehennemin labirentlerinde yolunu şaşırıp yeryüzüne çıkan şaşkın zebanilerden bahsetmeye başladı. Biraz daha sinema kültürünü geliştirdikten sonra vampirler, kurt adamlar, mumyalar… listemiz uzayıp gidiyordu. Değişmeyen tek şey yaratıkların hedefiydi. Yani ben… Daha sonra öğrenecektim ki her gece bana bu eziy