TÜNEL
Birkaç saatlik
uğraş sonunda geçidi kapatan duvarı tamamen yıkmayı başarmışlardı. Geçidin
içerisi bulundukları mahzenden daha karanlık gelmişti gözlerine. Meşalelerden
birini ileriye doğru tuttuklarında geçidin ancak iki adamın yan yana
sığabileceği genişlikte tamamen tuğlalarla çevrili tonozvari bir tünel olduğunu
gördüler. Tünelin sonunun nerede olduğu belli değildi. Belki birkaç adım
ileride bir kapı bulacaklar belki de günlerce yol yürüyeceklerdi. Neyse ki
yolculuğun uzun sürebileceği daha evvelden düşünülmüş ve bostancılarla birlikte
birkaç gün yetecek erzak ve gazyağı saraydan gönderilmişti.
İstanbul
semalarında ikindi ezanının hicaz nağmeleri duyulurken, yer altındakiler,
saatlerdir gün ışığından ve sesten bîhaber oldukları gibi günün hangi zaman dilimini
yaşadıklarından da habersizdi. Tünele girmeden evvel yukarı çıkıp meyhanenin
masalarından birinde karınlarını doyururken bir yandan da basit bir planlama
yapılmıştı. Tünele ikişerli gruplar halinde girilecek ve herkes etraftan
gelecek en ufak sese karşı tetikte olacaktı. Kesinlikle yüksek sesle
konuşulmayacak, adım atarken dahi mümkün olduğunca sessiz olunacaktı. Yiyecek,
su ve gazyağı mümkün olduğunca idareli kullanılacak çok gerekli olmadığı
müddetçe mola verilmeyecekti.
Kurallar kesin
olarak konduktan sonra tünele giren ekip belli bir sıraya göre dizilmişti.
Tünelin genişliğinin el verdiği ölçüde iki kişilik gruplar halinde içeriye
giren sekiz kişinin en önünde rehber olarak İsrafil ve Cadıcı Bedreddin
bulunuyordu. Hemen onların arkasında ise Orakçı Osman ve Deli Hamza dikkatli
bir şekilde ilerliyorlardı. Üçüncü sıraya gruptaki en zayıf olanları yani Çolak
Rıza ile kızı Handan’ı uygun görmüşlerdi. En geride ise Davud Çelebi ve ekibin
gözcüsü olan bostancı gelmekteydi.
Tünelde bir
müddet ilerledikten sonra aşağıya inen basamaklarla karşılaştılar. Oldukça dik
yapılmış olan taş basamaklar geçen yılların etkisiyle yosun kaplamıştı.
Duvarlara tutunarak yavaş yavaş aşağıya inen cadı avcıları için merdivenin sonu
gelmeyecekmiş gibi gelmişti. Çolak Rıza’nın geçirdiği bir iki düşme
tehlikesinden sonra Hamza onu karpuz gibi koltuğunun altına alarak merdivenin
sonuna kadar taşımaya karar verdi. Sonunda merdivenin bitimine ulaştıklarında
tünelin yaklaşık bir karış yüksekliğine kadar suyla dolmuş olan bölümüne vardılar.
Zeminindeki
parlak taşlar ve berrak su sayesinde burada geçtikleri diğer yerlere nazaran
daha iyi görebiliyorlardı. İsrafil elindeki meşalelerden birini suyun içerisine
girmeden evvel duvardaki oyuğa yerleştirdi. Böylece ellerindeki ışık kaynaklarının
sönmesi durumunda geri dönüp ateşi alabilecekti. Buraya gelene kadar dinlemiş
oldukları fare seslerinden sonra yer yer yukarıdan damlamakta olan su damlalarının
seslerini taksim dinler gibi dinlemekteydiler. Hamza’nın kucağında sızmış olan
Çolak Rıza sayıklamaya başlayınca kendisini suyun içerisinde buldu. Suya
düşmesiyle kalkması bir olan Rıza artık ayılmış nerde olduğunu algılamaya
çalışıyordu.
“-Gece vakti
denizde işimiz ne? Yoksa hala rüyada mıyım ben Handan?”
“-Ne denizi
ulan!? Sayıklamaya başladın ayılttık. Tüneldeyiz hala. Gidiyoruz işte.”
“-Tünel mi? Ama
beyim bu su tuzlu deniz suyu. Şaraptan ağzımın tadı mı bozuldu acaba?”
“-Rıza doğru
söylüyor. Bu su deniz suyu! Denizin dibindeyiz.”
“-Cenuba doğru
ilerlediğimize göre Haliç’in dibinde olmalıyız.”
“-Peki Beyim,
tünelin başındaki hatun kişi kimdir? Kaç kişi girdik biz buraya?”
Rıza’nın bu
sözlerinin üzerine bir anda başladıkları noktaya doğru baktılar. İlkin orada
yanan meşaleden başka hiçbir şey görememişlerdi. Rıza hala aynı noktayı işaret
ederken bıraktıkları ateşin söndüğünü gördüler. Sonrasında da tünelin
içerisinde yankılanan müthiş bir çığlık duyuldu. Kapalı tünelin içerisinde
çığlık öylesine güçlü gelmişti ki herkes kulaklarını tıkamak zorunda kaldı.
Ellerinden düşen ateş sönmüş artık kör karanlıkta kalmışlardı. Kulaklarını
açtıklarında geriden gelen çatırtının sesini duydular. Su damlalarının sesi
yerini bir çeşmenin sesine bırakmıştı. Bileklerinin üzerindeki suyun
seviyesinin yükseldiğini hissettiklerinde Osman’ın haykırışıyla su sesinin
geldiği yönün aksine doğru koşmaya başladılar. Su bel hizalarına geldiğinde
tünelin sonuna varmışlardı.
Tünelin bu
ucunu elleriyle yoklayan Osman burasının yüzeyinin diğer yerlere göre farklı
olduğunu hissetti. Elleriyle metal bir kapının varlığını hissediyordu. Davut
Osman’ın hemen arkasından buraya varmış ona çarparak durabilmişti. Hemen
kuşağına davranarak çıkardığı meşaleyi çakmaklıkla yakmaya uğraşıyordu. Çakmaklıktan
çıkan kıvılcımları gören diğerleri metal kapının önünde toplanmaya
başlamışlardı. Davut sonunda meşaleyi yakmayı başardığında karşılarına çıkan
kapıyı incelemeye koyuldu. Bu sırada Osman da eksik olup olmadığını anlamak
için arkasına döndü. Su seviyesi artık tünelin yüksekliğini yarılamıştı. Osman
kapıyla uğraşmakta olan Davut Çelebi’ye baktı:
“-Açabilecek
misin?”
“-Kilit suyun
altında kaldı. Biraz uğraştıracak ama evelallah açarım beyim.”
“-Sen kapıyla
uğraş. Kız yok ortada ben onu bulmaya gidiyorum.”
Davut nefesini
tutarak tuzlu suyun altına daldı. Kuşağından çıkardığı aletlerle kapının
kilidini kurcalamaya başladı. Bedreddin’in tuttuğu meşalenin ışığı suyun altına
zorlukla ulaşıyor işini kat kat zorlaştırıyordu. Suyla dolmakta olan tünelin
tepesinden bir çatırtı daha geldiğinde suyun seviyesi Cadıcı Bedreddin’in
boğazına kadar gelmişti. Artık tünel daha hızlı bir şekilde suyla dolmaya
başlamıştı. İsrafil yükselmekte olan suyun tehlikesinden korumak için
efendisini sırtına aldı. Diğer yanda Rıza’nın da kızının peşinden gitmesini
engelleyen Hamza onu su seviyesinin üzerinde tutmaya çalışıyordu.
Yükselen su
artık herkesi tehdit edecek seviyeye vardığında suyun altından çıkan Çelebi var
gücü ile kapıya yüklenmeye başladı. Bunu gören diğerleri de aynı şekilde kapıyı
itmeye başladılar. Yüzyıllardır açılmamış olan kapı İsrafil ve Deli Hamza’nın
gücüne rağmen yerinden biraz olsun oynamıyordu. Son olarak bostancının kapıya
yüklenmesiyle koca demir kapı büyük bir gıcırtıyla yavaş yavaş açıldı. Su
seviyesinin alçalmasıyla kendilerini kapının diğer tarafına atan yolcular hala
yükselmekte olan suyun içeriye girmesine engel olmak için kapıya aksi yönde
yüklenmeye başladılar. Kapı ancak bir adamın geçebileceği kadar daraldığında
kapı arasından diğer tarafa bakmakta olan Çolak Rıza’nın çırpınmalarıyla kapıyı
iteleyenler durakladı. Öbür taraftan sırtında Handan’la gelen Osman öncelikle
kızı kapı aralığından diğer tarafa geçirdi. Sonrasında ise kendisi de kapının
arkasına geçerek itmeye başladı.
Kapı tamamen
kapandığında herkes yorgunluktan bitap düşmüştü. Sırıl sıklam olmuş
elbiseleriyle herkes bulunduğu yere çökmüş, yukarıda yaşamış oldukları olayı kendi
aralarında konuşup anlamlandırmaya uğraşıyorlardı. Esrarengiz olaylara aşina
olan Bedreddin’e bile garip gelmişti hadise. Biraz soluklandıktan sonra Davut’u
da yanın çağırıp haritaları incelemeye başladı Cadıcı. Yeni geldikleri bölgeyi
araştırmaya başlayan Bedreddin ve Davut ellerindeki haritanın da yardımıyla burasının
üç geçidi birbirine bağlayan bir düğüm noktası olduğunu anladılar. Burası
geldikleri tünele nazaran hayli genişti. Daire planlı olan mekanda girdikleri
kapının haricinde birisi cenuba diğeri garba bakan iki kapı daha mevcuttu.
Ellerindeki meşaleyi yukarıya doğru tuttuklarında burada temiz havanın
girebileceği hava kanallarının olduğunu gördüler. İçeriyi doldurmuş olan suyun
seviyesi yavaş yavaş alçalıyordu. Belli ki zeminde içeri dolan suyun
boşaltılması için delikler mevcuttu. Burasının güvenli olduğundan kesin emin
olduktan sonra herkes yorgunluğunu atmak üzere konaklama hazırlıklarına başladı.
Yorumlar
Yorum Gönder