KAVGA
Yeni gelen üç
kişiden birisi, elinde az evvel Murat Paşa’nın elinde can veren serserinin
kafasını tutuyordu. İçeri girenleri fark eden meyhane sakinleri arasında hareketlenme
oldu. Kafanın kime ait olduğunu merak eden kalabalık içeri yeni gelenlerin
etrafında toplandı. Yerinden kalkmayanlar, sadece uzak köşedeki masada oturan
5 kişilik topluluktu. Deli Hamza, kalabalığın oturan tek grubun kendileri
olduğunu fark edince Orakçı’ya gürültüden dolayı sadece kendilerinin duyabileceği
şekilde sordu:
“-Sen mi biçtin
bu herifleri?”
“-Yok. Ben de
sen yaptın sanıyorum.”
“-Paşanın niye
geciktiği belli oldu. Cübbedeki kan izlerini gördün mü?”
“-Kimse
görmemiş olsa bari, Sultan’ın canı tehlikeye girmeden kurtulsak şu karmaşadan.”
“-Acaba biz de
mi kalksaydık herkesle? Belki daha az dikkat çekerdik.”
“-Bıyıkları
yeni terlemiş bir delikanlı, 70'lik bir ihtiyar, müezzin kılıklı bir herif ve
bir insan azmanı aynı masada yan yana oturuyor. Sen ‘dikkat çekmeyelim’ mi
diyorsun?”
Masadaki hiç kimse
henüz bir tehlike belirmediğinden istifini bozmamıştı. Lakin herkes
hazırlıklıydı. Kalabalığın hareketlerini oturdukları yerden izliyorlardı. Kafayı
elinde tutan tek gözü görmeyen, pala bıyıklı, insan irisi adam Galata’nın
meşhur fedailerinden Öküzboğan Nedim’di. Hiddetinden kıpkırmızı kesilmiş yüzünü
kalabalığa dönüp, elindeki kesik başı havaya kaldırarak, ağzından salyalar saça
saça konuşmaya başladı:
“-Ağalar!
Aylardır mahallemize musallat olan mel'un, bu gece yine bir can aldı. Bu kez
ateş bizim ocağımıza düştü. Katil, kardeşimiz Cemal’i katletti. Bunu onun
yanına bırakacak mıyız?”
Kalabalık
galeyana gelmiş bir şekilde hep bir ağızdan ‘Hayır!’ nidaları atarken, içeri
yeni girenlerden biri Nedim’in kulağına bir şeyler söyleyip yerinden kalkmayan
masayı işaret etti. Hiddetli bakışlarını masaya doğru çeviren Öküzboğan Nedim
konuşmasına devam etti:
“-Ama bu gece katil
bir hata yaptı ağalar. Diğer seferlerin aksine bu gece katili görenler var.
Şahitlerin söylemesine göre ak sakallı, uzun boylu bir ihtiyar ve gençten bir
oğlan şehid etmiş, Cemal kardeşimizi. Bunu onların yanına bırakır mıyız ağalar?”
İyice
hareketlenmeye
başlayan topluluk bir anda hep birlikte Nedim’in baktığı tarafa
döndü. Herkes bu masada gecenin başından beri olağandışı işler
döndüğünün
farkındaydı. Fakat kimse cesaret edip de şu insan azmanına yaklaşmayı
göze alamamıştı. Ama şimdi durum farklıydı. Nedim yanlarında olunca bu
masadakilerin
canına okuyacaklardı. Masadakiler artık savunma tedbirleri almaya
başlamıştı.
Sultan’ı bulundukları duvar dibindeki sandalyeye oturtup etrafını
çevirdi dört
kişi. Kalabalığı yararak en öne çıkan Öküzboğan ağır ve kendinden emin
adımlarla kalabalığın en kuvvetli gözüken adamına yaklaştı. Elindeki
hançeri
tehditkar bir şekilde sallamaya başladı:
“-Kapının
önündeki kalabalığı görüyorsun ayıcık. Buradan sağ çıkmanızın imkanı yoktur.
Fakat siz üçünüzün canını bağışlayabilirim. Sizinle bir meselemiz yok. Bizim
işimiz bu ihtiyar ve şu...”
Hamza, hançerin
ucu Sultan’ı gösterdiği anda cümlesini bitirmesine bile imkan vermeden önce hançer
tutan elini kavradı Nedim’in. Kalabalığın hayret dolu bakışları önünde, kırılan
bileğinin verdiği acıyla avaz avaz bağıran adamın kıpkırmızı kesilen suratını avucunun
içine aldı. Mermer dövmekten fırıncı küreği gibi olmuş elinin içinde
kaybolmuştu kocaman adamın suratı. Ağzı kapandığından bağırtıları kesilen adam
şimdi nefessizlikten çırpınmaya başlamıştı. Tek koluyla canavarın kolunu
yumruklayıp kurtulmaya çalışırken, artık avıyla oynamaktan sıkılan Hamza, son
bir hareketle avcunda çırpınan adamın boynunu kırıp yere bıraktı.
Bu manzarayı
dehşet içinde seyreden topluluğun içinde bir kısmı kaçmak için kapıya
yöneldiyse de bir çoğu kalabalık olmanın verdiği cesaretle oldukları yerde
duruyorlardı. Gösterdikleri kararlılık kaçmaya çalışanları da kalmaya ikna
etmişti. Nedim’in ölmeden önce dediği gibi onlar bu kapıyı tuttuğu sürece kimse
buradan sağ çıkamazdı. Kalabalığın içinde herkes intikam yeminleriyle silahlarını
çekti. Silahı olmayanlar etraftaki masa ve sandalyeleri kırıp, parçalarını silah
olarak kullanıyordu.
Hamza’nın
kalabalığı
korkutmak için yaptığı gösteri ters tepmişti. Küçücük alanda
üzerlerine çullanan adamlar nice savaşlardan çıkmış bu yiğitler için
kolay
lokmaydı. Lakin Sultan’ın güvenliği için endişe ettiklerinden rahat
hareket
edemiyorlardı. Kosovalı Deli Hamza silaha ihtiyaç duymamıştı. Zaten
tokadı
yiyen bir daha ayağa kalkamıyordu. Fakat yine de tedbir olarak kalabalık
içinden seçtiği bazı adamları kalkan olarak kullanıyordu. Murad Paşa
palasını
çekmiş hem kendini hem Sultan’ı koruyordu. Davud Çelebi’nin de
meziyetlerinin
sadece ilmi konularda olmadığı bu ufak çaplı kavgayla ortaya çıkmıştı.
Üç
savaşçı kalabalığın arka tarafa ulaşmasını engellerken cübbesinin
altından çıkardığı zembereği ustaca kullanıyordu. Sağında solunda sessiz
sedasız devrilen
adamlara ilkin bir anlam verememiş olan Hamza, müezzin efendinin arka
tarafta
sadece dua ediyor olmadığını farkedince sevindi.
Kargaşa hararetle devam ettiği sırada yere düşen gaz lambaları, kırık masalardan birini tutuşturdu. Serserilerin
sayısı iyice azalmışken fırsattan yararlanmak isteyen Orakçı Osman, savunmayı bırakıp iki yatağanıyla
kalabalığı yararak yangının olduğu yere kadar ulaştı. Ateşi söndürmeye
uğraşırken, elinde kırık testiyle Osman’ın ardından yaklaşan matizin işini de
Çelebi'nin oklarından biri gördü. Artık kapana kısılmış olan matiz ordusundan
geriye kalan 6-7 kişiydi. Silahlarını yere atıp yere kapanan adamları Murad
Paşa sağ bırakmak istemediyse de padişahın emriyle canları bağışlandı.
Meyhanede artık
derin bir sessizlik hakimdi. Önceki uğultudan ayyaşların gürültüsünden eser
kalmamıştı. Şarap ve rutubet kokusuna artık kan kokusu da karışmıştı. Beş kişi
üstleri başları kan içinde bir yığın cesedin içinde ayakta duruyorlardı. Zira
artık üzerinde oturacak sağlam bir sandalye kalmamıştı. Sultan bir gece
içerisinde çok fazla şey görmüş ve gördüklerinden oldukça etkilenmişti.
“-Hepiniz
şanınıza
yaraşır yiğitler olduğunuzu gösterdiniz. Var olun! Bu çirkef yuvasında
böyle bir hadise çıkabileceğinden endişe etmiştik en başında. Sizleri
buraya
toplamak konusunda tereddüt içerisindeydik. Lakin devlet erkanından
kimsenin bu
meseleden haberdar olmasını istemedik.Onların gelebileceği en son yer
burasıdır. Öte yandan Cadıcı'nın sözüne göre bahsettiğimiz tünel
girişlerinden birisi bu meyhanededir. Mekanı kendi gözlerimizle görmek
istedik. Sizler yarın sabah vaktinde buraya tekrar gelip vazifenize
devam
edebilirsiniz.”
Konuşmasını
bitiren genç adam Paşa ile birlikte meyhaneyi terketti. Onlar gittikten sonrabaşka
tehlike kalmadığından emin olmak isteyen Hamza’nın dikkatini duvara yaslanarak
yavaş yavaş hareket eden büyükçe bir tahta parçası çekti. Işık yetersiz
olduğundan yanına kadar gidip yakından bakmak zorunda kaldı. Ayakları kırılmış bir
masa kendi kendine sürünmekteydi. Kendisi geldiğinden beri artık hareket etmiyordu. Masayı
kaldırıp kenara çektiğinde arkasına saklanmış olan Çolak Rıza’yı görünce bir
kahkaha patlattı.
“-Bakın burada
kimi buldum?”
Yorumlar
Yorum Gönder