KURT
Deli Hamza’nın
bir kedi yavrusu gibi ensesinden tutup kaldırdığı şeye bakan diğerleri, korkudan
kaskatı kesilmiş Çolak Rıza’nın ölü olduğunu sandılar. Koca dev elindeki adamı
yere bıraktığında etrafını sarmış olan üç savaşçıyı gören Rıza, kaçacak yer
olmadığını anlayıp yalvarmaya başladı.
“-Ben buralarda
dolanan zavallı, yaşlı, sakat bir adamım. Benim kimseye zararım olmaz. Evimde
çoluk, çocuk yolumu gözler bırakın gideyim.”
“-Ne yaşlısı
ulan! Saçında sakalında bir tane ak tel yok!” diye gürledi Hamza. Aslında
öldürmeye niyeti yoktu bu zavallıyı, lakin biraz eğlenmeden de salmak niyetinde
değildi. Diğerleri bu hadisenin dışında kalmaya karar verdiler.
“-Aman beyim
iltifat ediyorsunuz.”
“-Bir de dalga
mı geçiyorsun? Dürzü!”
“-Yok! Vallahi
yok! Öyle bir şeye cesaret edemem, beyim.”
“-Bütün o
hengamede sen bu masanın altında mıydın ulan?”
“-Yok beyim,
ikinci masaydı bu. Arada bir de sandalye var. Şerefsiz Artim 2 kuruş fazla
verip kaliteli bir masa yaptırsa altında rahat olacağız, lakin ne mümkün!”
“-Demek sen
burada bizim bütün yaptıklarımızı gördün?”
“-Kimseye demem
beyim. Vallahi de demem, billahi de demem. Ne seni ne Orakçı Osman’ı ne sultanı
gördüğümü anlatmam kimseye. Zaten söylesem de inanmazlar ki; ayyaşın, yalancının
tekiyim ben.”
“-Demek sultanı
biliyorsun?” bu kez konuşan Orakçı’ydı.
Yanlış bir cümle kurduğunu fark eden Rıza bu sefer susmayı tercih etti.
Etrafına şöyle bir göz gezdirip yarı karanlık odada serili cesetlere baktı.
Galata’nın bütün İstanbul’a nam salmış yiğitleri, bu adamlar tarafından kılıçtan
geçirilmişlerdi. Tek görgü şahidi de kendisiydi. Başını öne eğip bu üç
cengaverin kendisiyle ilgili hükmünü beklemeye karar verdi.
Cengaverler ne
yapacaklarına henüz karar vermemişken Deli Hamza’nın haykırışıyla sessizlik
bozuldu. Karanlıkta aniden bir şey belirip, hiç kimse ne olduğunu anlamadan, dev
gibi adamın üzerine atılmıştı. Neredeyse aynı irilikte iki siluet meyhanenin
karanlık köşesinde, cesetlerin arasında bir mücadeleye başladı. Diğer iki adam
seslerden, içeri girenin vahşi bir hayvan olduğuna kanaat getirmişlerdi. Lakin
şehrin göbeğinde bu irilikte bir hayvanın ne işi olabilirdi. Davud Çelebi o
sıra elini belinin arka tarafına götürerek cübbesinin içinden bir tüfek
çıkardı. Zembereğin oku bu irilikte bir hayvanı öldürmekten ziyade çıldırtabilirdi. Kuşağının içinden barut ve mermi çıkararak tüfeği ateşlemeye hazır
hale getirdi. Karanlıkta boğuşmanın olduğu yere doğrulttuğu sıra Orakçı tüfeğin
namlusundan tutarak onu engelledi. Birkaç dakika süren devlerin mücadelesi
Hamza’nın rakibini kaldırıp duvara fırlatmasıyla son buldu.
Açığa çıkan
yaratığın görüntüsü orada bulunanları dehşete uğrattı. Kıllarla kaplı vücudu, koca
pençeleri bir hayvan izlenimi verse de parçalanmış giysileri insan
olabileceğine delalet ediyordu. Duvara çarpıp bir süre sersemleyen yaratık
kalkar kalkmaz kendisine doğrultulmuş tüfeği fark ederek olduğu yerde kaldı. Gaz
lambalarının yetersiz ışığında bir kurdu andıran suratı ve kocaman dişleri
artık seçilebiliyordu. Üç cengaver, daha bu yaratığın ne olduğunu
kavrayamamışken meydana gelen bir başka hadise onları hayretler içerisinde
bıraktı. Az evvel canı için yalvaran Çolak Rıza yaratığa doğru bir hamle yaptı.
Küçücük bedenini Davud Çelebi’nin tüfeği karşısında siper etmişti koca
yaratığa.
“-Etmeyin
beyim. Vurmayın yavrumu. Babasını korumak için atılmıştır ortaya.”
“-Bu nasıl
iştir? Hangi cehennemden çıkıp geldi bu iblis?” Hamza karanlıkta neyle mücadele
ettiğini görememiş, ışığa çıkan yaratığı hayretler içerisinde seyrediyordu.
“-Söylentileri
çok duymuştum. Lakin ilk defa birini görüyorum. Demek gerçekmiş.” Çelebi henüz
tehdit karşısında tüfeğini indirmemişti.
“-İndir
tüfeğini!” Osman emri verdikten sonra meyhanenin çıkışına doğru ilerledi.
“-Buradan hep
birlikte çıkacağız. Sabah olana dek dinlenmemiz gerek. Siz ikiniz de bizimle
geleceksiniz. İtiraz ederseniz ikinizin de kafasını bedeninden ayırırım!”
Orakçı Osman öylesine soğukkanlı söylemişti ki hiç kimse itiraz etmeye cesaret
edememişti. Bu sözleri söyleyen adamda tehditkar bir kabadayıdan ziyade
olacakları önceden söyleyen bir kahin edası vardı.
Meyhaneye
tekrar sessizlik hakim olduğunda yeniden olağan üstü bir olaya şahitlik
ettiler. Çolak Rıza’nın arkasındaki yaratık bir anda yere yığıldı. Yerde bitap
yatan yaratığın bedeni sanki gitgide ufalıyor gibiydi. Vücudunu saran kürk
derisinden içeri çekilmiş, pençeleri ve dişleri bütün vahşiliğinden sıyrılıp
normal bir insan halini almıştı. Yerde artık vahşi bir hayvan değil henüz
yirmisine varmamış dünyalar güzeli bir kız yatıyordu.
Yorumlar
Yorum Gönder